19 Şubat 2014 Çarşamba

http://www.sessedacok.com/ da Görüşmek Üzere ...


Evet, 3 yıl aradan sonra hem ilk hem de son kez burada yazıyorum. Yani hem hüzün var hem de sevinç... Ama konuşmaya ve paylaşmaya devam...

Yeni sitemin linki; http://www.sessedacok.com da buluşabilmek dileğiyle...


10 Ocak 2011 Pazartesi

Eyvah Eyvah 2


İlk filmi seyrettiğimde  söylemiştim devamı gelir bu filmin diye. Öyle de oldu ve nihayet 7 Ocak'ta gösterime girdi Eyvah Eyvah 2. İlk filmle kendi reklamını fazlasıyla yapan filmin yine belli bir izleyici sayısına ulaşacağını düşünüyorum. İlk filmdeki " Fasulye " şarkısıyla daha çok ön plana çıkan filmin bu seferki müzikleri de oldukça başarılı olmuş.

Başrollerde yine Ata DEMİRER ve Demet AKBAĞ bulunuyor. Hikaye bu sefer sadece Geyikli ve Bozcaada'da geçiyor. Bazı sahnelerdeki mekanlar insana derin bir ahh çektiriyor. Hani orada olmak vardı dedirtecek ah'lardan. Bu filmin kadrosu ilk filme göre oldukça geniş. Ne  de olsa olaylar sadece Hüseyin Badem ve Firuzan'ın etrafında dönmüyor. İlk filmin çok beğenilmesi yüzünden bu filme olan bekletiler de oldukça yüksek görünüyordu. Ee, bir de devam filmleri genelde bir öncekini aratır türden oluyor.

Filmin ilk yarısı bittiğinde bir adım daha öteye gidilmediğini görmek üzücüydü. Evet, eğlenceli sahneler yok değildi ama ikinci yarı nasıl geçecek diye düşünmeden alamadım kendimi. İkinci yarı ise şipşak geçiverdi ama pek tatmin ettiğini söyleyemeyeceğim. Oyunculuklara diyecek tek bir lafım yok. Trakya insanını öyle güzel göstermişler ki bize. Özellikle müzikler tek kelimeyle harikaydı. " Karaçalı Gibi Girdin Aramıza " şarkısını zaten beğeniyordum, film sayesinde sık sık duyacağımıza eminim her yerde.

Sonuç olarak filmde eleştirilecek çok şey bulabiliriz. Ama ilk filmi gördükten sonra da seyretmemek olmazdı. Sıkıldığımı söyleyemem ama kahkahalara boğulduğumu da söyleyemeyeceğim. Yarım kalan hikaye böylece tamamlanmış oldu. Filmdeki oyuncuların zevk alarak rol aldığını gösteren aşağıdaki videoyu izlemelisiniz. Unutmadan filmin finalinde " Fasulye " şarkısının sürprizine de hazır olun.


Şimdiden iyi seyirler...

2 Ocak 2011 Pazar

Orta Avrupa'nın İncileri - Bratislava

Kurban Bayramı'nda yaptığımız bu turun kalan bölümünü yazmakta çok geciktiğimin farkındayım. Ama kendimce haklı sebeplerim vardı:) Yeni senenin ilk paylaşımı olması kısmetmiş demek ki. Budapeşte'de dolu dolu geçen iki günden sonra sabah erken saatlerde başlayan yolculuğumuzda Slovakya'nın başkenti Bratislava üzerinden Viyana'ya gidiyoruz.


Bratislava, Slovakya'nın en büyük şehri. Hem Avusturya'ya hem de Macaristan'a sınırı bulunuyor. Viyana'ya giderken uğradığımız Bratislava'da emekli bir üniversiteli akademisyen bizlere rehberlik etti. Bu şehirde dikkatinizi ilk çekecek olan şey Tuna Nehri üzerinde 1972 yılında inşa edilen asma köprü. Köprünün  80 metre yükseklikte sadece bir tane ayağı bulunuyor. Bu ayağa bağlı 10 adet çelik halat köprüyü taşıyor. Bu ayağın üzerinde ayrıca bir tane de restaurant bulunuyor.




Tepede her noktadan görülen bir kale var. Gotik rönesans ve barok stilleriyle 3 defa inşa edilmiş. 1811'de tamamen yanmış. 150 yıl boyunca da harabe halinde kalmış. 1955 - 1958 yılları arasında tekrar aslına uygun olarak restore edilmiş. Şehir turuna Veba Salgını Anıtı önünden Opera Binası'na giden caddeden başladık. Bu cadde bir zamanlar Tuna Nehri'nin bir kolu iken nehir yatağı taşınmış ve şimdiki halini almış. Cadde boyunca ilerledikçe pek çok yerel yazar ve şairin heykellerini ve Hans Cristian ANDERSEN'in ilginç bir heykelini görebilirsiniz. Cadde üzerinde rokoko ve rönansans stilinde inşa edilmiş olan binalar bulunuyor. Bu rönasans stili binalardan biri olan Zoya Gallery 1465'te Bratislava'daki ilk üniversite olarak inşa edilmiş. Cadde üzerinde Amerikan Büyükelçiliği Binası da bulunuyor. Binanın çevresinde binayı tanklara karşı korumak için yapılmış barikat korumalar dikkat çekiyor. Cadde eski Tuna Nehri yatağı oldugu için caddenin üzerinde bunu simgeleyen ufak bir nehir var. Cadde'de dikkat çeken binalardan biri de manastır, kilise ve papaz okulu olarak kullanılan kırmızı çatılı bina. Bu kilise Notre Dame'deki rahibelere bağlı olarak çalışıyormuş. Okula Fransa'dan eğitmenler geliyormuş. Cadde'de bulunan Eski ve tarihi bir otel olan Carslton Otel'de Einstein'dan George BUSH'a kadar bir çok tarihi sima konaklamış.


Opera Binası'nın üzerinde çeşitli klasik müzik sanatçılarının heykelleri bulunuyor. Almanca Macarca ve Slovakca operalar sergileniyormuş burada. Caddenin sonunda Filarmoni Orkestrası'nın çalışmalarını sürdürdüğü ve idari ofislerini barındıran güzel bir bina var. Burada verdiğimiz mola sırasında yerli rehberimiz 2. dünya savaşı ve sonrası ile ilgili bilgiler verdi. Özellikle de komunizm dönemi ve Yahudi nüfusunun hızla azalması ile ilgili. Sorduğumuzda pek renk vermedi ama sanırım kendisi de sıkı bir Yahudi'ydi.


Opera Binası'nı geçip eski şehire doğru ilerledik. 10 yıl süren yenileme çalışmalarıyla kente yaşamı biraz daha keyifli kılan heykeller kazandırılmış. ( Paparazzi, Röntgenci, Yakışıklı ) Eski Şehre  giden caddeler aynı zamanda eski Roma ticaret yollarıymış. (Amber yolu da deniyor ).


Cadde'nin sonunda Caffe Mayer adında bir pastane var. Rehberimizin dediğine göre Caffe Mayer'e uğramayan Bratislava'ya gelmiş kabul edilmiyormuş. Burası Bratislava'nın en ünlü pastanesi. Bu durumda Caffe Mayer'e uğramadan olmaz dedik ve biz de kahvemizi içip Dobos Turtamızı yedik. Caffe Mayer'in hemen karşısında el yapımı yerel hediyelik eşyaların satıldığı mağazayı gezmenizi öneririm. Özellikle yeni yıl öncesi çok ilginç ve güzel şeyler bulabilirsiniz. Meydanda bulunan katolik kilisesinin çan kulesi ve yanındaki protestan kilisesinin mimarisi de görülmeye değer.

Bratislava'da çok uzun zaman gerçimenizi gerektiren fazla bir şey yok açıkçası. Sokaklar arasında kaybolarak kısa sürede şehri keşfedebilirsiniz. Tabiki şehirden ayrılmadan önce heykellerle fotoğraf çektirmeyi unutmadan. Buradan sonra istikamet Viyana olduğu için çok fazla bir zaman geçirmekdik Bratislava'da. Ama yine de görmeden Viyana'ya gitmek olmazdı.

Viyana'ya 1.5 saatlik bir yolumuz var. Orada gördüklerimiz ve hissetiklerimiz bir sonraki yazımda ...

23 Aralık 2010 Perşembe

Filibe Köftecisi ve Turquazoo Akvaryum Ziyareti

Artık tüm hafta sonlarımız bir şekilde dolu geçiyor. Ya bir şeyleri yoluna koyma telaşındayız ya da bir yerleri keşfetme. Geçen hafta sonu bildik yerleri keşfetmiş olsak da eğlenceli ve lezzet dolu bir gün geçirdik. Yorulmadım mı, tabiki yine çabucak yoruldum...

Uzun zamandır Eminönü - Sirkeci taraflarında dolanmamıştım. Asıl amaç yılbaşı piyango biletini Nimet Abla gişesinden almak olsa da yanında yaptıklarımız güzel oldu. Önce hızlıbir şekilde Şark Han ve Havuzlu Han ziyareti yaptık. Açıkçası her iki ziyaret de tam bir fiyaskoydu. Çok uzun olmasa da kuyrukta bekleyip milli piyango biletlerimizi çektik. İlk çektiğim bileti içerisinde ziyadesiyle sıfır olduğu için iade ettim. Gişedeki arkadaş " al abla, kısmet geri verilmez " demiş olsa da iade ettim. Şimdi pişman mıyım: Hayır. Peki 1 Ocak 2011'de pişman olur muyum: Umarım olmam...






Aslında çok fazla gezmemiş olmamıza rağmen acıktık.Tabiki gideceğimiz yer önceden belliydi: Sirkeci'deki Meşhur Filibe Köftecisi. Sirkeci Tramvay durağından Cağaloğlu'na doğru çıkarken soldaki küçük mekan Filibe Köftecisi. İki katlı ve gerçekten de ufak bir yer burası. Köftelerin piştiği yere bakınca küçüklüğünü daha iyi anlıyor insan. Üst katı biraz daha ferah. Ama sandalye yerine taburelere oturacağınızı bilmenizi isterim. Köfte - piyaz ikilisi vazgeçilmezlerimden. Burada da aynı siparişi verdim. Köftelerin küçüklüğü mekanın küçüklüğüyle doğru orantılı mı bilmiyorum ama lezzeti kesinlikle taktir edilesi. Uzun zamandır böyle lezzetli köfte yediğini hatırlamıyorum. Piyaz için aynı şeyleri söyleyemeyeceğim. Fasulyeler fazla diriydi çünkü. Pencere kenarlarında bulunan sirke ile lezzetli hale getirebilirsiniz belki. Köftenin ardından günün tatlısını da yiyebilirsiniz tabiki. 
Mekan sahipleri oldukça sıcak ve güler yüzlü. Servis çabuk geliyor, ne de olsa ocak hiç boş kalmıyor. Mekanın fiyatları da uygun sayılır. Hani o lezzetten sonra ödemesini gözünüz görmüyor diyebilirim. Kısaca ilk fırsatta gitmelisiniz. Gittiyseniz, bir daha gitmelisiniz ...




Karnımız da doyduğuna göre artık gezmeye devam edebiliriz. Hedef Bayrampaşa'da Forum İstanbul  Alışveriş Merkezi'nde açılmış olan Turkuazoo Akvaryum'u ziyaret etmek. Daha önce gitmek istemiştik ama kişi başı 25 TL çok gelmişti gözümüze. Son dönemlerde oldukça yaygın olan indirim sitelerinden Grupanya aracılığıyla edindiğimiz indirimli biletlerle iki kişi 25,-TL 'na ziyaret ettik Akvaryum'u. Kapısında kuyruk yoktu ama içerisi çocuklarla doluydu. Akvaryum'u gezmeye başlamadan önce enteresan pozlar vererek hatıra fotoğrafı çektirebiliyor ve çıkışta da photoshoplanmış fotoğrafını ebatlarına göre 5-10 TL'ye alabiliyorsunuz.




Daha önce akvaryum gezmemiş biri olarak beni etkilediğini ve bazı noktalarda da heyecanlandırdığını baştan söylemeliyim. Özellikle tünelden geçerken çok heyecanlandım. Onlara dokunamamak sinir etti beni. Bazı balıklar çok şaşırttı beni, bazısı ürküttü. Ve bazısı da çok çirkin geldi. Kendisini sevdiren balık bile gördüm. Evet, sevdiriyordu kendisini...
Köpekbalıkları ürkütücü değil ama çok fazla dişlerine bakmamakta fayda var. Bazı balıkları görünce Sharm El - Sheik geldi aklıma. Ah ah, kimiyle beraber yüzmüştük ne güzel. Keşke içerisindeki mercanlar da gerçek olabilseydi ama değil. Kayıp Balık Nemo ve hafızası zayıf arkadaşı ile dolu olan akvaryum tek kelimeyle muhteşemdi. Sanırım çocukları en çok eğlendiren bölüm burası oldu. Ama çok sevimliler... İçeride flaşsız fotoğraf çekebiliyorsunuz. İsterseniz bazı balıklarla birlikte yüzebiliyorsunuz. Üç tarafı akvaryumla çevrili alanda oturup biraz huzur bulabiliyorsunuz.

Çıkışta hediyelik bir şeyler almak isterseniz alternatif bulunuyor. Fiyatlar da orta kararda diyebilirim. Girişte bu kadar çocukla nasıl gezeceğiz diye düşünürken çıkışta ilk fırsatta yeğenim Kaan Toprak'ı buraya getirmemin şart olduğuna karar verdim. Bayılacağına eminim.

Benim için yorucu ama hepimiz için eğlenceli bir gün geçirdik. Bakalım bu hafta sonu bizi neler bekliyor?

12 Aralık 2010 Pazar

Body Worlds Sergisi ve Pera Müzesi

Bugün gidelim yarın gidelim derken her iki mekandaki sergilerin de sonunu yakaladık. O kadar güzel gün dururken biz İstanbul'un en soğuk ve fırtınalı gününü seçtik. Ama şanslı olduğumuzu belirtmeliyim. Trafik sorunu hiç yaşamadık. Çok şaşılacak bir durum değil mi?

Programımızdaki ilk durak Karaköy'de Antrepo 3'te bulunan İstanbul Modern'deki Gunter Von HAGENS'in Body Worlds Orjinal Vücut Dünyası - Yaşam Döngüsü Sergisi'ydi. 11 Haziran'da açılan sergi malesef 18 Aralık'ta son buluyor. Bu nedenle henüz gitmemiş olanlar için çok az bir zaman kaldığını hatırlatmak isterim. Hafta içi ve Cumartesi günü 09.00 - 20.00 arası açık olacak olan serginin son günleri olması nedeniyle olsa gerek inanılmaz uzun kuyruklar var. Hani içeri girmenin bir dert olduğu mekanda dışarı çıkmak ayrı bir dert. Hafta sonu olduğu için çocukların çok fazla olduğu sergiyi gezmek biraz zahmetli açıkçası. Sergi ile ilgili detaylı bilgilere buradan ulaşabilirsiniz.

Sergi alanı umduğumdan daha küçük bir alana kurulmuş. Dolayısıyla beklediğimden daha az vücut görebildim. Hayvan vücudu olarak sadece at ve zürafa vücudu bulunuyor. Sergi, girişte Doğum Öncesi Gelişim ile karşılıyor insanı. Şu anki durumumdan mıdır bilmiyorum ama beni en çok etkileyen ve heyecanladıran bölüm burası oldu. Yaradanımızın gücünü ve mucizelerini anlamamız için fazlasıyla yeterli oluyor bu bölüm. Sonrasında gördüğümüz vücutlar ve organlar da bu farkındalığımızı perçinliyor resmen. Elinde baştan aşağı derisini tutan adam vücudu çok etkileyiciydi. Kan damarı yapılandırmaları, sigara içen bir insanın akciğerinin rengi, ülserli mide, kötü huylu tümöre sahip bir böbrek, sindirim sistemi, veremli akciğer, tümörlü beyin, kemik bozuklukları ve diğerleri ... Görülecek o kadar çok şey var ki. Ve İstanbul'a getirilmeyen diğer vücut ve organlar. Tek kelimeyle muhteşemdiler. Hani insan gördüğü derinin altında nasıl bir sistemin işlediğini merak ediyorsa mutlaka görmeli bu sergiyi. Ama biraz rahatsız etmedi de değil hani.
 
 
Bedenini bağışlayan insanlara teşekkür etmek ne kadar yeterlidir bilmiyorum ama hem hekimlere hem de biz diğer insanlara çok büyük bir iyilik yaptıkları kesin. Duvarlarda bulunan yazılar hem şaşıtcı gerçekleri bize öğretiyor hem de birazcık olsun bizlere mesaj veriyor. Belki biraz pahalı gelebilir kalabalık bir aile için ama mutlaka görülmesi gereken bir sergi. Ama çocuklar bu sergiyi ne kadar kaldırabilir bilemiyorum. Meraklı gözlerle bakanlar kadar dehşete düşen ve korkan çocukları da gördük.
 
 
Programımızdaki diğer sergi Pera Müzesi'ndeki Tivadar CSONTVARY'nin  " Macar Resminin Sıradışı Ustası " sergisiydi. 21 Ekim'de başlayan sergi bugün sona erdi.
 
 
Genel olarak beni çok etkilemeyen sergideki en dikkat çekici resim Mostar Köprüsü'nün resmi oldu.
 
 
Pera Müzesi'ne bu sergi için gitmiştik ama 4 Kasım'da başlayan " Çarlık Rusyası'ndan Sahneler: Rus Devlet Müzesi Koleksiyonu'ndan 19. Yüzyıl Rus Klasikleri " sergisini de gezdik.
 

St. Petersburg‘daki Rus Devlet Müzesi'nin zengin koleksiyonundan seçilmiş olan resimler; çalışma ve yoksulluk, çocukların dünyası, halk eğlenceleri, savaş ve ölüm ile kentsoylularını konu alan sahnelerle devrime kadar yaşamın her alanından kesitleri yansıtıyor. Oldukça güzel ve etkileyici olan sergi 20 Mart 2011 tarihine kadar sergileniyor.
 
Pera Müzesi'ne giriş 10,-TL ama isterseniz bir yıl boyunca ücretsiz olarak sergileri gezme hakkı veren Pera Kart'ı 20,-TL ye satın alabilirsiniz. Sergi bitiminde 2. katta bulunan Osman Hamdi Bey'in " Kaplumbağa Terbiyecisi " eserini görmemek olmaz.


Günümüzün mola ve yemek yeri ise Beyoğlu'nda, Yapı Kredi Kültür Yayınları'nın hemen arkasındaki çıkmaz sokakta bulunan Ara Cafe. Ara Güler'i her an görebileceğiniz ( ki biz görme şansına eriştik ) , Ara Güler fotoğraflarıyla dolu bir yer burası. Yer bulmak zor olabilir açıkçası. Fazla büyük bir mekan değil ama sıcak bir ortamı var. Yemeklere gelince... Biz Balkan Köftesi, Kış Salatası,Fesleğen Soslu Makarna ve Meksika Usulü Sıcak Çikolata'yı denedik. Balkan Köftesi, patlıcan püresinin üzerinde, iskender sosu ve yoğurt ile servis ediliyor. Sipariş sonrası yemeklerimizin gelmesi çok kısa sürdü. Sanırım bazı yemekler hazır, siparişe göre ısıtılıyor. Balkan Köftesi'ndeki köftelerde böyleydi. Kış Salatası, oldukça doyurucu ve leziz. Makarna için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Sıcak Çikolata ise tek kelimeyle muhteşem ama biraz fazla gelebilir. Fiyatlar Beyoğlu için pahalı sayılır.

Güzel bir günün tekrarı dileğiyle...