İstanbul'un 7 tepe üstüne kurulmuş bir şehir olduğu her zaman söylenmiştir. Yaşım gereği yediden çok daha fazla tepesini görüyorum İstanbul'un. Hatta söylenen bu 7 tepenin gerçekten de tepe olduğuna inanmakta zorluk çekiyorum. Kendi içinde çok güzel saklıyor bu tepeleri İstanbul.
Her Yer Atölye ( http://www.heryeratolye.com/ ) ile başladığımız İstanbul 7Tepe Atölye çalışmasının üçüncü rotası Kocamustafapaşa - Samatya civarı oldu. Fındıkzade tramvay durağında başlayan buluşmamız akşam saatlerinde Yedikule Zindanları'nda son buldu. Uzun ama bir o kadar da eğlenceli ve dolu bir gün oldu bizler için. Şehrin ara sokaklarında gördüklerimiz, duyduklarımız, yaşayıp hissetiklerimiz daha da anlamlı kıldı bu günümüzü.
Gezimizin ilk durağı Kocamustafapaşa'daki Çukurbostan Sarnıcı ( Mocius Sarnıcı ) oldu. Bizans döneminden kalma bu sarnıç içerisinde Sema - Aydın Doğan Eğitim Parkı bulunuyor. Sarnıcın biraz aşağısında Surp Agop Ermeni Kilisesi var. Özel mülk olduğu için içerisini görme şansımız olmadı. Sadece cuma günleri açılan kilise adak kilisesi olarak tanımlanıyor. Çok eskiden kilisenin tamamı ahşap iken daha sonraları tüm kilise demirden inşa edilmiş. Bu kilisenin de bir hikayesi yok değil: Yıllar önce Fatih'te büyük bir yangın çıkmış. Bu ahşap kiliseye sığınan insanlar yangında zarar görmemişler. Hatta yangın sırasında kilisenin etrafından ata binmiş bir dedenin döndüğü söyleniyormuş. O günden sonra kilise daha anlamlı hale gelmiş.
Bir sonraki durağımız Hekimoğlu Ali Paşa Camii oldu. Bu cami 1735 yılında inşa edilmiş, Osmanlı döneminden kalma bir cami. Aslında bu cami, tekkesi, türbesi, şadırvanı, kütüphanesi, sebili ve çeşmeleriyle bir külliyeymiş. Caminin bulunduğu yerde Uygulamalı Türk İslam Sanatları Kütüphanesi de bulunuyor. İlerledikçe modern yapılardan sıyrılıp daha eski yapılarla karşılama şansımız oldu. Bunlardan bir tanesi de 1875 yılında inşa edilmiş olan Kocamustafapaşa İlköğretim Okulu. Okulun geçirdiği onarım ve yenilemelerden sonra ahşap kısımları kaldırılmış. Okul da bugünkü haline kavuşmuş. Hemen yanındaki Sümbül Efendi Camii de görmeye değer yerlerden birisi oldu bizim için. 1486 yılında Hagios Andreas en te Krisei Manastırı, Koca Mustafa Paşa tarafından camiye çevrilmiş. İçerisinde Sümbül Efendi Türbesi, Edep Kapısı, rivateye göre Bizans İmparatoru Konstantin'in kızı Katherina'nın ( müslüman olduktan sonra Sıdıka adını almış ) mezarı, korumaya alınmış 500 yıllık selvi ağacı ve beyaz mermer sütundan yapılmış tarihi çeşme bulunuyor. Burada verdiğimiz 10 dakikalık çay molasından sonra semt pazarından geçerek Samatya'ya doğru yol aldık.
Samatya'nın adını ilk kez Şener Şen ve Türkan Şoray'ın başrolünü paylaştığı " İkinci Bahar " dizisiyle duymuştum. İkinci tanışıklığım yine bir Şener Şen filmi " Gönül Yarası " ile oldu. Sonraları bir kere içinden geçip gitmek kısmet olmuştu. Bu atölye çalışması sayesinde Samatya'yı, civarını ve ara sokaklarını tanıma imkanım oldu. Samatya meydanı oldukça küçük ve şirin. Balıkçıların ve balık restaurantlarının ağırlıkta olduğu bir meydan. Tabiki Ali Haydar Kebapçısı ve Develi Restaurant'ı unutmamak gerek.
Öğlen saatleri olduğu ve güzel balık kokularınına dayanamadığımız için ilk işimiz balık yemek oldu. Tercihimizi Kocamustafapaşa Tren İstasyonu'nun hemen yanındaki Çapana Balık'tan yana kullandık. Mekan, 3 katlı ve ahşap bir binada işletiliyor. Samatya'ya has evlerin bulunduğu İç Kalpakçı Sokağı'nın hemen başında bulunuyor. Biraz kalabalık olduğumuz ve menü dışına çıktığımız için servis yavaş olsa da yediğimiz karides güveç ve kalamar çok lezizdi. Ama özellikle korkarak tadına baktığım ve kiremitte pişen " Tereyağında Ispanak " tek kelimeyle enfesti. ( Tarifini almayı ihmal etmedim tabiki ). Mekan çalışanları oldukça nazik ve ilgiliydi.
Yemekten sonra kendimizi Samatya'nın sokaklarına dağıttık. Orada yaşayan insanlarla sohbet edip Samatya'nın da değişimlerden nasibini aldığını öğrendik. Samatya'da bu kadar çok kilise olduğunu bilmiyordum açıkçası. Ve insanlarının bu kadar sıcak olabileceğini de. Biraz İstanbul semti değilmiş gibi görünse de yaşadığımız ilde böyle sıcak ve şirin bir yer olduğunu ve çocukluğumdan kalma samimi mahalle hayatını görmek mutlu etti beni. Samatya'dan ayrılıp sokaklarda dolaşarak son durağımız Yedikule'ye gittik. Bu esnada karşılaştığımız insanlar, sohbet ettiğimiz Yedikuleli gençler ve bizlere o sıcacık ve içten gülümsemeleriyle bakan çocuklar harikaydı. Sonuçta yorucu ama bir o kadar da harikulade bir gün geçirdim.
Bunlara sizin de tanıklık etmeniz dileğiyle...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder