Balkanlar serüvenimizin son günleri yaklaşıyor. Bu yüzden biraz hüzünlesek de gördüklerimiz, yaşadıklarımız ve hissettiklerimiz bu hüznümüzü bir nebze de olsa hafifletiyor. Serüvenimizin beşinci ülkesi Makedonya. 1993 yılında Birleşmiş Milletler tarafından bağımsızlığı tanınan Makedonya'nın başkenti Üsküp. Makedonya nüfusunun %60' ı Makedon, %30'u Arnavut, %4'ü ise Türkler'den oluşuyor. Makedonların tamamı Ortodoks, Arnavut ve Türkler ise Müslüman. Sanayinin olmadığı Makedonya'da tarım - hayvancılık ve tütün - üzüm ön planda.
Tiran üzerinden Makedonya'ya geldiğimiz için uzun bir yolculuk sonrası bir an önce otelimize ulaşmanın derdindeydik. Ama Makedonya'ya girdikten sonra böyle bir derdimiz kalmadı. İstikamet Struga üzerinden Ohrid. Her iki şehir de Ohrid Gölü etrafında kurulmuş. Struga'da çok sayıda göl etrafından konumlanmış yazlık evler görmeniz mümkün. Ayrıca burada Ohrid Gölü'nden doğup Yunanistan'a doğru akan Dirim Nehri'ni görmeniz mümkün. Nehir gölden doğduğu için ters akıyormuş gibi bir görüntü oluşuyor.
Ohrid Gölü, Balkanlar'ın en eski ve derin gölü olarak biliniyor. Oldukça geniş bir yüzölçümüne sahip olan göl temiz ve rahatlıkla girilebilir durumda. 30 km uzunluğundaki gölde yaşayan siyah noktalı alabalıkları ise nadir bulunan türden alabalıklar. Gölden adını alan Ohrid şehri ise Makedonya'nın incisi olarak tanımlanıyor. Zaten Ohrid'in incisi çok meşhur. Ama ben pek beğenmedim. Ayrıca orjinal incileri nerede bulabileceğinizi profesyonel veya bilen birilerine sormanızı tavsiye ederim. Aksi taktirde sedef takıları inci diye almanız mümkün. Makedonya'da 1 Euro 62 Denar'a eşit. Rahatlıkla Euro kullanabilirsiniz ama para üstünü çoğunlukla Denar olarak alacaksınız. Şehir ve Ohrid Gölü, UNESCO tarafından dünya mirası listesine dahil edilmiştir.
Bizim kaldığımız otel Ohrid şehir merkezine 10 dakika uzaklıkta, göl kenarında bulunan, dört yıldızlı Metropol Otel'di. Otelin göl kenarında plajının olması nedeniyle rahatlıkla göle girebildik. Gölün ısısının dışarıdan daha sıcak olduğunu belirtmeden geçmeyeyim. Otelin yemekleri de fena değildi. En azından siyah noktalı alabalıklardan yeme şansımız oldu.
Ohrid'e gittiğinizde görmeniz gereken yerlerin başında St. Naum geliyor. Ohrid'e yarım saat uzaklıkta bulunan St. Naum'da bölgenin en önemli azizlerinden St. Naum'un Manastırı bulunuyor. Aracınızdan inip manastıra kadar yürümeniz gerekiyor. Emin olun yürüyeceğiniz yol buna fazlasıyla değer. Bir tarafta Ohrid Gölü, diğer tarafta ise bu göle hayat veren Srno Dirim Nehri var. Ayrıca hediyelik eşya satan insanları, yemek yerlerini ve sokak müzisyenlerini de görebilirsiniz yol boyunca.
St. Naum ve St. Clement, Kiril alfabesini bulan, Slav birer aziz olan St. Kiril ve St. Metodius'un öğrencileriymiş. St. Kiril'in bulduğu Kiril alfabesini tüm Balkanlara yayanlar ise St. Naum ve St. Clementmiş. Ohrid, Hristiyanlık açısından önemli bir merkez konumunda bulunuyormuş. St. Naum bu manastırı 16 y.y. sonunda inşa etmiş. Burada özellikle zihinsel problemi olan hastalara şifa dağıtıyormuş. Manastırın içinde bir de kilise var. St. Naum'un mezarı da bu kilisenin içinde. St. Naum'un mezarının üstüne kulağınızı dayadığınızda eğer iyi bir insansanız kalp atışını duyabileceğiniz rivayet ediliyor. Deneyenlerin olduğunu itiraf etmeliyim. Bir de manastırın girişindeki mozaiği dikkatle incelemenizi tavsiye ederim. Ayrıca " Before The Rain " filminin de St. Naum manastırında çekildiğini de belirteyim.
St. Naum'dan ayrılıp Ohrid şehir merkezini keşfetmeye doğru yola çıkıyoruz. Ohrid şehir merkezi oldukça hareketli ve kalabalık. Şehir merkezinde şehrin koruyucusu olarak kabul edilen St. Clement'in elinde Ohrid şehri ile beraber yapılmış çok büyük bir heykeli var. Yine merkezde çok yaşlı bir çınar ağacı bulunuyor ki buraya Çınar Meydanı denilmekte. Güneşli havalarda bu yaşlı çınarın gölgesine sığınmamak mümkün değil. Buradan göl kenarına doğru yürüyeceğiniz cadde şehrin ana caddesi, bir nevi İstanbul'daki İstiklal Caddesi'nin ufak bir benzeri.
Öncelikle eski Ohrid'i gezeceğiz hem de yürüyerek. Eski Ohrid'de evler beyaz badanalı ve pencerelerinde de dantel perdeleri bulunuyor. Bu nedenle bizlere biraz Safranbolu'yu hatırlatmadı değil hani. Eski Ohrid'in girişinde Türk Konsolosluğu bulunuyor. Buradan biraz yukarı doğru çıkmaya başlayında Ayasofya Kilisesi'ne ulaşabiliyorsunuz. Kilisenin duvarlarındaki resim ve mozaikler geçmişten günümüze dek korunabilmiş. Bunun nedeni ise, Osmanlı buraları fethettiğinde kiliseleri camiye çevirmesi ve tüm bu mozaik ve resimlerin üzerini sıva ile kapatması. Kilise'nin akustiği mükemmel. Bu nedenle burada konserler düzenleniyormuş. Biz oradayken de müzik festivali kapsamında klasik müzik konseri hazırlıkları yapılıyordu.
Ayasofya Kilisesi'nden sonra hedef Antik Tiyatro. Ama buraya ulaşmak için biraz daha dik bir yokuşu çıkmanız gerekiyor. Sıcak havalarda ne kadar zor olacağını tahmin edebilirsiniz. Biz de grupta bazı fireler verdik tabiki. Hatta ben bile bir ara vazgeçecek gibi oldum. Antik tiyatrodan şehri birazcık fotoğrafladıktan sonra yine ufak çaplı bir yokuşa vurduk kendimizi. Yolumuzun üstünde olan Rönesans öncesi ve Rönesans dönemi fresklerle süslü 1295 tarihli Sv. Bogorodica Perivlepta Kilisesi'ni gezdik. Bu kilisede ilk Slav alfabesi ile yazılan yazılar, kilisenin mermer taşlarına kazınmış. Ohrid'de 365 tane kilise olduğu söylenmektedir. Ardından Bizans döneminin en önemli kilisesi olan St. Panteleymon Kilisesi'ni gördük. Burada Balkanlar'ın en eski üniversitesi kurulmuş. Şu anda da kilisenin bahçesinde yapılan kazılarda bu üniversitenin kalıntıları çıkartılıyor. Yine bu kilisenin bahçesinde Fatih Sultan Mehmet in askerlerinden olan Nişancı Sinan Yusuf Çelebi'nin türbesi bulunuyor.
Artık en tepede sayılırız ve göl kenarına doğru inmeye başlayacağız. Ama inişe geçmeden önceki son ziyaretimiz muhteşem manzarasıyla St. John ve St. Kaneo Kilisesi. Nihayet inişe geçtik. Bu kadar yürümenin sonunda nasıl geri döneceğiz derken göl kenarında bizi bekleyen kayıkları görünce sevinmedik değil hani. İnsanları göle girdiğini görüp hayıflanmamıza rağmen 6- 7 dakikalık kayık keyfiyle de avunmayı bildik. Ve artık yemek zamanı. Göl çevresinde ve şehrin ana caddeleri üzerinde pek çok alternatif bulunuyor bu konuda. Biz pizza yemeyi tercih ettik ve İstanbul Pizza'yı denedik. Üzerinde yoğurt sosu olmasına rağmen lezzetli olduğu söylenebilir. Ayrıca yerel birası olan Skopsko denemeye değer. Ama en nihayetinde fiyatların çok uygun olduğunu belirtmeliyim.
Ohrid tek kelimeyle harika bir yer. Bu yüzden hiç bir şeyin yarım kalmasını istemiyorum. Şehir merkezinden sonra istikamet Bitola ( Manastır ) ve Resne'ye doğru ...
3 yorum:
Gezi notlarından çok etkilendim teşekkür ederim 2012 Nisan'ın da gitmeyidüşünüyorm.İyi günler
sevgili seda yazın için teşekkürler çok yalın bir şekilde anlatmışınız ohrid.yanlız bir noktayı düzeltmek isterim yağmurdan önce filminin çekildiği kilise saint naum değil Sveti Jovan Kaneo Kilisesidir.
Teşekkür ederim Tuğba düzeltme için
Yorum Gönder