Tatil, yaz tatili olunca işin içine biraz deniz-kum-güneş üçlüsü giriyor, önce kendimizce keşfedip sonra da kendimizi ödüllendirmek amacıyla başladık bu gezimize.
Birinci Gün:
İki temmuz Perşembe günü, sabaha karşı başladı bizim turumuz. 4 kişi bindik arabamıza, rotamız belli; önce Tekirdağ üzerinden Keşan’a, oradan da Gelibolu’ya gidip yaklaşık yarım saatlik bir vapur seyahati ile Çanakkale’ye geçiş, orada verilecek bir kahvaltı molası ve ardından tekrar yola koyulma. Tekirdağ-Şarköy arası sisli ve soğuk hava korkutsa da sonrasında çok güzel, sıcak ve yemyeşil bir doğayla baş başa kalıyoruz. Yolda gördüğümüz Assos-Behramkale tabelası bize dönüş yolumuzda uğramamız için küçük bir hatırlatma notu oluyor.
Öğlen saatlerinde Ayvalık’a ulaştık ve önce 1 saatlik panoramik şehir turu yaptık. Ayvalık’ın merkezinde bulunan ve saatiyle ünlü olduğu için Saatli Cami denilen, Cumhuriyetin ilanından sonra Cami olarak kullanılan Agios Yannis Kilisi ile başlayan şehir turumuza, Perşembe günleri , Ayvalık’ın dar sokaklarında kurulan pazarında dolaşarak devam ettik. Perşembe günleri kurulan bu pazara Girit Halkı çok rağbet gösteriyormuş, gezimiz sırasında bunu fazlasıyla gördük.
Ayvalık merkezden ayrılarak Sarımsaklı’ya doğru yola çıktık. Yaklaşık 6-7 dakikalık bir yolculuktan sonra kalacağımız pansiyona yerleştik. Ayvalık’ta çok fazla konaklama alternatifi olmaması, Alibey Adası’nın ise Butik Otel konseptinden dolayı fiyatlarının oldukça yüksek olmasından dolayı bu bölgede konaklamayı tercih ettik. Sarımsaklı beldesi , 7 km lik kumsalıyla meşhur. Gerçekten de oldukça uzun ve geniş bir kumsalı var. Bu kumsal boyunca da pek çok otel ve pansiyon seçeneği mevcut. Hani oraya gidince kalacak yer bulurum derseniz alternatifiniz çok fazla. Uzun ama zevkli bir yolculuktan sonra kendimizi, buz gibi olduğu hep söylenen ama şansımıza olsa gerek rahatlıkla girilebilecek kadar soğuk olan Ege Sularına attık. Bu da günün birinci ödülü oldu bizim için. Hava oldukça sıcak olmasına rağmen Ayvalık’ın meşhur rüzgarı bunalmamızı engelledi, deniz kenarında kısa ama derin bir uyku çektik. Sarımsaklı plajlarının tek olumsuz tarafı, tuzlu sudan arınmak için duş alabilme imkanınızın olmaması. Tüm günü orada geçirmeyi planlayanlar için sıkıntı yaratabilir.
Akşam saatleri ve gün batımı yaklaşıyor. Günümüzün ikinci ödülü için yola koyulduk; Şeytan Sofrası. Ayvalık-Sarımsaklı arasında denize doğru uzayan bir yol düşünün, denize sıfırken giderek yükseldiğiniz. Yol boyunca onlarca araba, belli ki sizi orada güzel bir şey bekliyor. Tam tepeye gelmeden arabanızı müsait bir yere bırakırsanız iyi olur. Aksi taktirde dönüş için epey bir beklemeniz gerekebilir. Biz tepeye ulaştığımızda saat 19:45 ti. Görüp görebileceğiniz en güzel manzaralardan bir tanesi; mükemmel bir deniz, üzerinde pek çok irili ufaklı ada. Kimine elinizi uzatsanız tutacaksınız sanki. Kimi ülkemize çok yakın ama bizim değil. Şeytan Sofrası her zamanki gibi çok kalabalık, şeytanın ayak izi denilen ama ayak izinden başka her şeye benzeyen ve maalesef içi su dolu olduğu için bozuk paraların atılmış olduğu yer ile dilek ağacı olarak tasarlanan kısım oldukça rağbet görmekte. Doyumsuz doğası geçen yıllarda çıkan yangın(!) nedeniyle kaybolmuş. Şeytan Sofrası’nda herkes yerini almış, güneşin batışını bekliyor. Önce ağır ağır hareket eden güneş, 20:30 dan sonra kendini süratle bırakmış ve alkışlar eşliğinde batmıştır. Buraya gelirken fotoğraf makinelerinizi kesinlikle unutmamalısınız. Bakmaya doyamayacağınız kareleri mutlaka yakalayacaksınız.
Şeytan Sofrası’ndan sonra sıra güzel bir akşam yemeğine geldi. Önceden yaptığımız araştırmalar doğrultusunda Ayvalık merkezde, denize sıfır olan Deniz Kestanesi Restaurant’ına gittik. Mekana girdiğinizde sol tarafta gördüğünüz mezeler aklınızı başınızdan almaya yetiyor. Cunda’da balık yiyeceğimiz için burada tamamen mezelere, yöreye has otlara ve tabiî ki vazgeçilmezimiz Karides Güveç ve Kalamar Tava’ya verdik kendimizi. Kabak Çiçeği Dolması(mükemmeldi) , Girit Usulü Yaprak Sarma(İkinci favorimdi), Deniz Börülcesi, Yöresel Otlar, Tereyağlı Karides, Ahtapot Saltası ve diğerleri… Tek kelimeyle leziz mezeler yediğimiz ve kesinlikle bir daha geleceğimiz ve Ayvalık’a yolu düşenlerin mutlaka gitmesi gereken bir mekandan ayrılıyoruz. Artık Sarımsaklı’ya geri dönüş ve uyku vakti, ne de olsa ertesi gün bizi yorucu ama bir o kadar da heyecan verici bir yolculuk bekliyor…
İkinci Gün:
Ayvalık’ta ilk sabahımız ve ilk Ayvalık Tostu keyfimiz. Buraya kadar gelmişken yemeden dönmek olmaz değil mi? Bugünkü gezimiz tamamen Alibey (Cunda) Adası’na ayrılmış bulunmakta. Alibey Adası’na gitmek için önce Lale Adası’ndan geçiyoruz. Ayvalık ile Lale Adası arasındaki yola “ Gönül Yolu” deniliyor. Gönül Yolu’ndan sonra Türkiye’nin İlk Boğaz Köprüsü’nden geçerek Alibey Adası’na ulaşıyoruz. Alibey Adası, Ayvalık merkezine 8 km. uzaklıkta. Adanın merkezine gitmek için isterseniz köprüyü geçtikten sonra soldaki yeni yolu ya da biraz ilerdeki yine solunuzda kalan eski yolu kullanabilirsiniz. Ya da bizim gibi eski yola dönmeyip sağ taraftaki yoldan giderek adanın kuzey bölgesini keşfedebilirsiniz. Bundan sonraki yolumuz oldukça bozuk, yer yer denize sıfır ama gizemli bir yol. İki tane terk edilmiş Rum köyü var burada. Yemek yiyebileceğiniz tek yer ilk köydeki Bıyıklı’nın Yeri. Başka alternatifinizin olmadığı bu yer, gürültü ve kalabalıktan uzak , kendi halinde ve oldukça salaş bir yer. Ama gördüğümüz kadarıyla oldukça rağbet görüyor.
İlk köyden sonra geldiğimiz ikinci Rum köyü için terk edilmiş demek çok zor. Evler gayet güzel ve yeni görünüyor. Ama köyde sadece bir kişi yaşıyor. Sağolsun, bize yolu tarif ediyor da kaybolmadan Patriçia Koyu’nda bulunan Ayışığı Manastırı’na ulaşıyoruz. Ama manastıra ulaşmak o kadar kolay değil. Bu köyde arabanızı bırakmanız ve yaklaşık yarım saatlik, zeytin ağaçları arasında ve cırcır böcekleri, çekirgeler eşliğinde bir yürüyüş yapmanız gerekiyor. Unutulmaması gereken tek şey; Ayışığı manastırı için ilerlerken yol ikiye ayrılmaktadır ve doğru tercih sol taraftan gitmektir! Manastıra gidince tüm yorgunluğumuzu unuttuk , büyülendik sanki. Ama bir o kadar da üzüldük. Resimlerden gördüğümüz halinden pek bir şey kalmamış aslında, define avcıları her yeri delik deşik edip, yağmalamışlar. Ama yine de insanı içine alan bir gizemi var hala.“ Gündüz böyleyse geceyi düşünemiyorum” dedirtecek kadar çekici. Sabancı ailesinin burayı alıp restore edeceğini duyduk . Sevinelim mi acaba bilemedik. Dönüşte köydeki amcanın yanında mola veriyoruz ve isteyen rahatlıkla sessiz ve çarşaf gibi denize girebiliyor.
Biz denize girme hakkımızı Ortunç Koyu’nda kullandık. Çok fazla bilmeden ama ısrarla gittiğimiz yol bizi oraya kadar götürdü. Ortunç Koyu, Alibey Adası’nın sonu olup, Midilli Adası manzaralıdır. Orada kamp alanında denize girerek günün yorgunluğunu attık ve oldukça güzel olan geleneksel yaprak sarması ile otlu börekten yedik. Alibey Adası’nın merkezine döndükten sonra ilk hedefimiz Aşıklar Tepesi’nde yer alan, 2007 senesinde Rahmi Koç tarafından alınıp restore edilen H. Kent Kütüphanesi ve tarihi değirmen oldu. Her ne kadar değirmene çıkmak yasak olsa da ortam gayet güzeldi. Burada yer alan kafede oturarak manzaranın ve günün tadını çıkarabilirsiniz. Adanın dar ve insanı çeken sokaklarında yaptığımız fotoğraf ve keşif turundan sonra ( Tulumbalı Sokak, Cunda Taş Fırını gibi) yolumuz doğruca 1873 yapımı Taksiyarhis Kilisesi’ne çıktık. Kilise yıllara inat hala ayakta ama çok acil restore edilmesi gerekmektedir.
Bütün gün gezmiş olmanın verdiği mutluluk ve huzurla akşam yemeğimiz için hazırlanmaya başladık. Ada da arabanızı otoparka bırakıyorsunuz, biz de Adaspor’un otoparkına bıraktık (4,-TL)Sahil boyunca pek çok balık restaurantı, Sakızlı Dondurma ve Cunda Lokması satan mekanlar bulunmaktadır. Lokmanın en büyük özelliği üzerine hindistan cevizi veya susam dökülerek ikram edilmesidir. 2,-TL dan başlayan porsiyonu bir kişi için fazlasıyla yeterlidir. Tatlı için alternatif isteyenlere dışı sıcak içi soğuk olan kızarmış dondurma tavsiye edilebilir.
Adanın mezeleriyle meşhur restaurantı Bay Nihat’tır. Alternatifin çok olduğu bu yer diğerlerine göre biraz pahalı olsa da her zaman ilk tercih edilecek yerlerdendir. Deniz Restaurant’a gitmeyi planlarken kendimizi birden Nessos Restaurant'da bulduk. Ve Rakı+Balık= Ayvalık sözünü burada bir de biz gerçekleştirmiş olduk. Balık ve mezeler süper, kafalar gayet güzel bir şekilde yemeğimiz yedik. Yemek sırasında yaşadığımız (bizce tek sorun ama adanın özelliği) kedi bolluğu dışında hiçbir sorunla karşılaşmadık. Yemekten sonra dilerseniz mekanda dilerseniz adadaki meşhur Taş Kahve’de çayınızı ya da kahvenizi yudumlayabilirsiniz. Ve artık adadan ayrılma zamanı…
Üçüncü Gün:
Ayvalıkta ikinci sabahımız… Bugün şöyle güzel bir tekne turuna çıkmak istedik ve Ayvalık merkeze doğru yola koyulduk. Turların tanıtım ve satış standları Sarımsaklı’da da olmasına rağmen biz gezeceğimiz tekneyi görerek seçmek istedik. Tekne turuna çıkmadan önce birkaç olmazsa olmazımız vardı. İlki kesinlikle yüksek seste pop-arabesk müzik olmaması, bunu takiben animasyon ve dansöz olmaması, tuvalet ve duş imkanının olmasıydı. Tur fiyatları 15 ile 20,-TL arasında değişiyor. Karar vermeden önce muhakkak teknelerin içini gezmenizde fayda var. Bu olmazsa olmazlarımız sonucu kararımızı Coşkun Kaptan’ın liderliğinde Bambi Tur’dan yana kullandık(20,-TL). Hem tur boyunca hem de tur sonunda ne kadar doğru bir seçim yaptığımızı gördük. Tekne turu başlamadan önce Coşkun Kaptan hepimize gerekli tüm uyarıları yaptıktan sonra 11.30 gibi limandan ayrılan ilk tekne olarak yola koyulduk. İlk durağımız Ortunç Koyu oldu. Burada verilen 40 dakikalık yüzme molasından sonra Akvaryum Koyu’na doğru yola çıktık. Akvaryum Koyu, bize doyana kadar yediğimiz Sardalya balıkları için yemek mekanı oldu. Gerçekten de baştan anlaştığımız gibi doyana kadar balığımızı yedik. Zaten Bambi Tur’da her şey baştan anlaştığımız gibiydi. Özellikle diğer teknelerden uzak durması ve bizi tertemiz ve harikulade bir denizle başbaşa bırakması en büyük farklılıklarıydı. Yemek sonrası verilen 30 dakikalık yüzme molasından sonra diğer bir koya doğru yola koyulduk. Son koyda da Coşkun Kaptan’ın uyarısıyla çocuklar,can yeleğiyle yüzenler ve yüzmeyi pek de iyi bilmeyenler dışında herkes kendini masmavi sulara tekrar bıraktı. Akşam 18.30 civarında limana dönen son tekne olarak tekrar görüşmek dileğiyle ayrıldık.
Bu Ayvalık’taki son gün batımımız olacağı için aceleyle hazırlanarak süratle Cennet Tepesi’ne doğru yola koyulduk. Ayvalık limandan çıkıp sağa döndükten hemen sonra İzmir yoluna girip, daha sonra tabelaları takip ederek bulabileceğiniz ya da Sarımsaklı’dan Ayvalık’ a gelirken limana gelmeden hemen önce sağdaki İzmir ayrımından gidebileceğiniz yerdir Cennet Tepesi. Her ne kadar Şeytan Sofrası kadar bilinmese de onun da fazlasıyla ziyaretçisi bulunuyor. Manzara nasıl derseniz, tek kelimeyle kusursuz. Tüm Ayvalık, Alibey Adası, Lale Adası, bildiğiniz bütün adacıkların hepsini aynı anda görebileceğiniz, güneşin Alibey Adası’nın arkasından battığı, muhakkak görülmesi gereken bir yer. Son gecemizi de Alibey Adası’nda geçirdikten sonra ertesi gün yola çıkmak zorunda olmanın verdiği hüzünle pansiyonumuza geri döndük.
Son Gün:
Bu sabah kendimize biraz olsun torpil yaptık ve bir saat fazla uyuduk. Buradan ne kadar geç ayrılırsak o kadar çok mutlu olacaktık çünkü. Sarımsaklı – Ayvalık yolu üzerindeki Gelin Kayası’nda yaptığımız deniz manzaralı açık büfe kahvaltı yola çıkacak bizlere ilaç gibi geldi. Belli ki dalından koparılmış taze domates ve biberden yapılan menemen biz onu yiyene kadar soğumuş olsa da tadı damağımızda kalmış oldu bir kere. Uzun bir kahvaltının ardından,önce Ayvalık’ta Kürşat Zeytinyağı'nda yaptığımız zeytinyağı, zeytin, zeytinli sabun ve makarnalarda ve/veya süzme yoğurdun içine koyup güzel bir rakı mezesi yapabileceğiniz kurutulmuş domates sosu alışverişinden sonra 12.30 civarında aynı güzel yollardan geçerek Behramkale’ye doğru yola çıktık. Bu arada şunu da belirtmeliyim ki Kürşat mağazasının İstanbul – Nişantaşı’nda ve İzmir – Karşıyaka’da mağazası bulunuyor. Nişantaşı’nda çalışan biri olarak bu tarifsiz lezzeti nasıl fark edemediğimi düşündükçe utanıyorum. ( www.kursat.com.tr). (Behramkale – Assos hakkında detaylı bilgiler bir sonraki Bozcaada – Assos gezimizde verileceğinden burada anlatılamamaktadır.)
Çanakkale’den Eceabat’a arabalı vapurla yaptığımız yarım saatlik yolculuktan sonra arabamızla tekrar yollara koyulduk.Tekirdağ’da Köfteci İbrahim Usta’da verdiğimiz geleneksel Tekirdağ Köftesi molasından sonra gece 23.00 sularında evimize geri döndük. Unutulmamalıdır ki; her güzel şeyin elbette bir sonu var ama önemli olan o son gelene kadar bu güzelliğin sonuna kadar tadını çıkartmaktır. Güzelliklerin hep bizimle olması dileğiyle…
4 yorum:
Seda, o kadar güzel yazmışsın ki, beraber yaptığımız bu geziyi, okurken tekrar yaşamış gibi hissettim kendimi. Emeğine sağlık. Sevgiler
Bukadarmı birşeyler güzel anlatılır bence bir üst grup size uyar benim nacizane fikrim..
bir solukta okudum yazdıklarını. biz de bu sene gitmeyi düşünüyoruz. yazdığınız yazılar çok faydalı olacak bizim için. teşekkürler
Eğer ki faydalı olacaksa ben çok mutlu olurum:) Şimdiden iyi tatiler. Harika bir yere gideceksiniz.
Yorum Gönder