9 Mayıs 2010 Pazar

Nuruosmaniye - Kapalıçarşı Gezisi

İstanbul ... Yedi tepeli koca şehir ... Her seferinde farklı bir yanını ve gizemini keşfettiğim şehir. " Her Yer Atölye " ile başladığım bu yedi tepe serüvenine Nuruosmaniye - Kapalıçarşı ile devam ediyorum. Yine şaşırıyor, yine hüzünleniyor ve yine gülümsüyorum.


Beyazıd Meydanı'nda başlayan gezimiz Binbirdirek Sarnıcı Müzesi'nde sona erdi. Uzun bir aradan sonra tekrar bir İstanbul keşfine çıkacak olmak beni çok heyecanlanmıştı açıkçası. Özellikle Kapalıçarşı'da o kadar kısa zamanda gördüklerim beni çok etkiledi. İlk durağımızdı Kapalıçarşı. Elimizde haritalarımız dağıldık dört bir tarafa. Nuruosmaniye , Mercan ve Beyazıt arasında yer alan Kapalıçarşı,  64 cadde ve sokağı , iki bedesteni , 16 hanı , 22 kapısı ve yaklaşık 3600 dükkanı ile dünyanın en eski ve en büyük alışveriş merkezi sayılır. Kapalıçarşı'nın çekirdeğini iki bedesten yani İç Bedesten ve Sandal Bedesteni oluşturuyor. Kapalıçarşı’nın cadde ve sokakları o zaman aynı işi yapan insanların toplandığı yerler olduğu için Kalpakçılar , Kuyumcular , Kürkçüler, Yorgancılar, Aynacılar , Fesçiler , Yağlıkçılar gibi iş kollarına göre isim almış. Çarşı yıllar boyu pek çok yangın ve depreme maruz kalmış. 1894 yılındaki depremden sonra yapılan tadilat ile de bugünkü halini almış. 


Kapalıçarşı'dan içeri girer girmez onu havası ve büyüsü insanı içine çekiyor. O kapıların dışında olan biteni unutuveriyorsun birden. Çarşı içerisindeki Lütfullah Efendi Sokağı, bizin en uzun durağımız oldu. Burada gördüğümüz gramofon ve taş plak dükkanı, içerisindeki sessiz ve efkarlı amca ile çalan müzik bizi alıp götürdü başka yerlere. Soru sormamak kaydıyla çektiğimiz fotoğraflar ve kulağımızda o müziğin tınısı kaldı sadece bizlere. Biraz sonra tanıştığımız Coşar Amca'nın bize yaptığı kıyak ile Kapalıçarşı'ya ve İstanbul'a tepeden bakma fırsatı bulduk. Ve tam karşımızda tadilat geçiren Nuruosmaniye Camii.


Nuruosmaniye Camii'nin yapımına 1748 yılında Birinci Mahmut zamanında başlanmış ama 1755'te Üçüncü Osman zamanında bitirilebilmiş. Bu cami, Çemberlitaş, Kapalıçarşı ve Cağaloğlu arasında kalıyor. En önemli özelliği, barok üslupla yapılmış olması. Ayrıca caminin medrese, kütüphâne, imâret, sebil, türbe ve çeşmeyle civârındaki dükkânlar ve hanlardan meydana gelen bir külliye şeklinde olduğunu da belirtmeliyim. Nuruosmaniye Camii'nden sonra istikamet Vezir Han. Burası taç kapılı bir girişe sahip, iki avlulu ve iki katlı bir han.


Artık yemek zamanıdır dedik ve Han'ın arka tarafında bulunan Onur Et Lokantası'na gittik. Tercihim ızgara köfteden yana oldu ve sonuç lezizdi. Yemekten sonra ilk durak, Atik Ali Paşa Camii ya da diğer adıyla Sedefçiler Camii oldu. 1496 yılında yapılan cami Çemberlitaş tramvay durağının hemen arkasında. Buradan Sultanahmet'e doğru ilerlerken görebileceğiniz yerler arasında Çemberlitaş Sütunu  ve Tarihi Çemberlitaş Hamamı bulunuyor. Bu sütun M.S. 330 yıllarında yıllarında İmparator I. Konstantin onuruna, İstanbul'un yedi tepesinden biri olan ve şu anki adıyla Çemberlitaş olarak adlandırılan semteki tepeye dikilmiş olan bir sütun. Buradan da Çemberlitaş Hamamı'nın karşısında bulunan Köprülü Mehmet Paşa Medresesi'ne geçtik. 1667'de Köprülü Fazıl Ahmet Paşa tarafından kurulmuş olan medrese, İstanbul'da kütüphane olarak tasarlanan ilk yapı olma özelliğine sahip.

Gezimizin sonları geliyor artık. Sultan İkinci Mahmut Türbesi'ni bu gezi sayesinde öğrenmiş ve görmüş oldum. Oldukça büyük bir avluya sahip olan türbe 1840 yılında tamamlanmış. Türbenin avlusunda Muallim Naci, Sait Halim Paşa, Ziya Gökalp gibi bildiğimiz ya da duyduğumuz kişiler gömülü. Türbenin içerisinde ise 11 adet sanduka bulunuyor. Büyüyen ve metropol haline dönüşen şehrimiz bu tür türbeleri hızla içine alıyor ve malesef önemini yitirmesine sebep oluyor. Avlu içerisinde bulunan mekandan çay, kahve veya nargile içebilmeniz mümkün. Açıkçası Divanyolu Caddesi üzerindeki pek çok medrese bu durumla karşılaşmanız mümkün.

Basın müzesi ve Binbirdirek Sarnıcı gezimizin son durakları oldu. 1865 yılında inşa edilen ve 1988 yılında müzeye dönüştürülen Basın Müzesi, Türkiye'nin ilk, dünyanın dördüncü basın müzesi konumunda. İçeride oda oda basın yayınla ilgili  pek çok tarihi obje bulunuyor. Müze dört katlı ve giriş ücretsiz. Ve artık yolun sonu: Sultanahmet'te bulunan Adliye Sarayı'nın üst tarafında, küçük bir meydanın altında bulunuyor 1001 Direk Sarnıcı. Yerebatan Sarnıcı'ndan sonra İstanbul'un ikinci büyük su haznesi konumunda bulunan sarnıcın işletmesi özel bir kuruma ait. Sarnıcın içerisinde özel davetler, tanıtımlar ve sergiler yapılabiliyor. Sarnıca giriş bedeli 5,-TL. İçerisinde Yerebatan Sarnıcı'nda olduğu gibi su bulunmuyor. İçeride çalan müzik insanı alıp geçmişe götürüyor aslında. Ama bu yolculuğun çok da uzun sürdüğünü söyleyemeyeceğim.

Bu sefer uzun bir serüven yaşamadık belki ama tarihe güzel bir yolculuk yaptık diyebilirim. Ve anlamadığımız ya da farketmediğimiz daha pek çok şey. İşte İstanbul'un en sevdiğim özelliği bu; hiç bir zaman bitmeyen bir geçmişi, hızla akıp giden bu günü ve nasıl olacağını bilmediğimiz bir geleceği var bu şehrin.

Bu kısa tarih yolculuğunu yapabilmeniz dileğiyle...

2 yorum:

istanbul dedi ki...

İçlerinde en çok Kapalıçarşıyı severim.
Havası , tarzı süperdir.

Seda Cürgül Kaya dedi ki...

Kapalıçarşı gerçekten de çok etkileyici, ayrı bir hayat var içerisinde.