10 Ocak 2011 Pazartesi

Eyvah Eyvah 2


İlk filmi seyrettiğimde  söylemiştim devamı gelir bu filmin diye. Öyle de oldu ve nihayet 7 Ocak'ta gösterime girdi Eyvah Eyvah 2. İlk filmle kendi reklamını fazlasıyla yapan filmin yine belli bir izleyici sayısına ulaşacağını düşünüyorum. İlk filmdeki " Fasulye " şarkısıyla daha çok ön plana çıkan filmin bu seferki müzikleri de oldukça başarılı olmuş.

Başrollerde yine Ata DEMİRER ve Demet AKBAĞ bulunuyor. Hikaye bu sefer sadece Geyikli ve Bozcaada'da geçiyor. Bazı sahnelerdeki mekanlar insana derin bir ahh çektiriyor. Hani orada olmak vardı dedirtecek ah'lardan. Bu filmin kadrosu ilk filme göre oldukça geniş. Ne  de olsa olaylar sadece Hüseyin Badem ve Firuzan'ın etrafında dönmüyor. İlk filmin çok beğenilmesi yüzünden bu filme olan bekletiler de oldukça yüksek görünüyordu. Ee, bir de devam filmleri genelde bir öncekini aratır türden oluyor.

Filmin ilk yarısı bittiğinde bir adım daha öteye gidilmediğini görmek üzücüydü. Evet, eğlenceli sahneler yok değildi ama ikinci yarı nasıl geçecek diye düşünmeden alamadım kendimi. İkinci yarı ise şipşak geçiverdi ama pek tatmin ettiğini söyleyemeyeceğim. Oyunculuklara diyecek tek bir lafım yok. Trakya insanını öyle güzel göstermişler ki bize. Özellikle müzikler tek kelimeyle harikaydı. " Karaçalı Gibi Girdin Aramıza " şarkısını zaten beğeniyordum, film sayesinde sık sık duyacağımıza eminim her yerde.

Sonuç olarak filmde eleştirilecek çok şey bulabiliriz. Ama ilk filmi gördükten sonra da seyretmemek olmazdı. Sıkıldığımı söyleyemem ama kahkahalara boğulduğumu da söyleyemeyeceğim. Yarım kalan hikaye böylece tamamlanmış oldu. Filmdeki oyuncuların zevk alarak rol aldığını gösteren aşağıdaki videoyu izlemelisiniz. Unutmadan filmin finalinde " Fasulye " şarkısının sürprizine de hazır olun.


Şimdiden iyi seyirler...

2 Ocak 2011 Pazar

Orta Avrupa'nın İncileri - Bratislava

Kurban Bayramı'nda yaptığımız bu turun kalan bölümünü yazmakta çok geciktiğimin farkındayım. Ama kendimce haklı sebeplerim vardı:) Yeni senenin ilk paylaşımı olması kısmetmiş demek ki. Budapeşte'de dolu dolu geçen iki günden sonra sabah erken saatlerde başlayan yolculuğumuzda Slovakya'nın başkenti Bratislava üzerinden Viyana'ya gidiyoruz.


Bratislava, Slovakya'nın en büyük şehri. Hem Avusturya'ya hem de Macaristan'a sınırı bulunuyor. Viyana'ya giderken uğradığımız Bratislava'da emekli bir üniversiteli akademisyen bizlere rehberlik etti. Bu şehirde dikkatinizi ilk çekecek olan şey Tuna Nehri üzerinde 1972 yılında inşa edilen asma köprü. Köprünün  80 metre yükseklikte sadece bir tane ayağı bulunuyor. Bu ayağa bağlı 10 adet çelik halat köprüyü taşıyor. Bu ayağın üzerinde ayrıca bir tane de restaurant bulunuyor.




Tepede her noktadan görülen bir kale var. Gotik rönesans ve barok stilleriyle 3 defa inşa edilmiş. 1811'de tamamen yanmış. 150 yıl boyunca da harabe halinde kalmış. 1955 - 1958 yılları arasında tekrar aslına uygun olarak restore edilmiş. Şehir turuna Veba Salgını Anıtı önünden Opera Binası'na giden caddeden başladık. Bu cadde bir zamanlar Tuna Nehri'nin bir kolu iken nehir yatağı taşınmış ve şimdiki halini almış. Cadde boyunca ilerledikçe pek çok yerel yazar ve şairin heykellerini ve Hans Cristian ANDERSEN'in ilginç bir heykelini görebilirsiniz. Cadde üzerinde rokoko ve rönansans stilinde inşa edilmiş olan binalar bulunuyor. Bu rönasans stili binalardan biri olan Zoya Gallery 1465'te Bratislava'daki ilk üniversite olarak inşa edilmiş. Cadde üzerinde Amerikan Büyükelçiliği Binası da bulunuyor. Binanın çevresinde binayı tanklara karşı korumak için yapılmış barikat korumalar dikkat çekiyor. Cadde eski Tuna Nehri yatağı oldugu için caddenin üzerinde bunu simgeleyen ufak bir nehir var. Cadde'de dikkat çeken binalardan biri de manastır, kilise ve papaz okulu olarak kullanılan kırmızı çatılı bina. Bu kilise Notre Dame'deki rahibelere bağlı olarak çalışıyormuş. Okula Fransa'dan eğitmenler geliyormuş. Cadde'de bulunan Eski ve tarihi bir otel olan Carslton Otel'de Einstein'dan George BUSH'a kadar bir çok tarihi sima konaklamış.


Opera Binası'nın üzerinde çeşitli klasik müzik sanatçılarının heykelleri bulunuyor. Almanca Macarca ve Slovakca operalar sergileniyormuş burada. Caddenin sonunda Filarmoni Orkestrası'nın çalışmalarını sürdürdüğü ve idari ofislerini barındıran güzel bir bina var. Burada verdiğimiz mola sırasında yerli rehberimiz 2. dünya savaşı ve sonrası ile ilgili bilgiler verdi. Özellikle de komunizm dönemi ve Yahudi nüfusunun hızla azalması ile ilgili. Sorduğumuzda pek renk vermedi ama sanırım kendisi de sıkı bir Yahudi'ydi.


Opera Binası'nı geçip eski şehire doğru ilerledik. 10 yıl süren yenileme çalışmalarıyla kente yaşamı biraz daha keyifli kılan heykeller kazandırılmış. ( Paparazzi, Röntgenci, Yakışıklı ) Eski Şehre  giden caddeler aynı zamanda eski Roma ticaret yollarıymış. (Amber yolu da deniyor ).


Cadde'nin sonunda Caffe Mayer adında bir pastane var. Rehberimizin dediğine göre Caffe Mayer'e uğramayan Bratislava'ya gelmiş kabul edilmiyormuş. Burası Bratislava'nın en ünlü pastanesi. Bu durumda Caffe Mayer'e uğramadan olmaz dedik ve biz de kahvemizi içip Dobos Turtamızı yedik. Caffe Mayer'in hemen karşısında el yapımı yerel hediyelik eşyaların satıldığı mağazayı gezmenizi öneririm. Özellikle yeni yıl öncesi çok ilginç ve güzel şeyler bulabilirsiniz. Meydanda bulunan katolik kilisesinin çan kulesi ve yanındaki protestan kilisesinin mimarisi de görülmeye değer.

Bratislava'da çok uzun zaman gerçimenizi gerektiren fazla bir şey yok açıkçası. Sokaklar arasında kaybolarak kısa sürede şehri keşfedebilirsiniz. Tabiki şehirden ayrılmadan önce heykellerle fotoğraf çektirmeyi unutmadan. Buradan sonra istikamet Viyana olduğu için çok fazla bir zaman geçirmekdik Bratislava'da. Ama yine de görmeden Viyana'ya gitmek olmazdı.

Viyana'ya 1.5 saatlik bir yolumuz var. Orada gördüklerimiz ve hissetiklerimiz bir sonraki yazımda ...