31 Ocak 2010 Pazar

UEFA Futbol Sergisi: Only a Game?


İstanbul, 2010 Avrupa Kültür Başkentleri'nden bir tanesi seçildi. Oldukça gösterişli ve masraflı ( ! ) bir açılıştan sonra bu proje kapsamında bir çok etkinlik düzenlenmeye başlandı ve tüm yıl boyunca da bu etkinlikler devam edecek. İşte bu etkinliklerden bir tanesi de UEFA, TFF ( Türkiye Futbol Federasyonu ) ve İBB (İstanbul Büyükşehir Belediyesi ) işbirliği ile açılan UEFA Futbol Sergisi " Only a Game? ". Taksim Cumhuriyet Sanat Galerisi'nde 21 Ocak 2010 günü açılan sergi 30 Nisan 2010 tarihine kadar görülebilecek.


İlki Belçika'nın başkenti Brüksel'de 2008 yılında açılan " Only A Game? " sergisi, 2009 yılının başında da İngiltere'nin Liverpool kentinde düzenlenmiş. UEFA'nın en önemli kupalarının sergilenmesinin yanı sıra Türk futbol tarihinin de son 50 yılına ait pek çok hatıra sergide yer alıyor. Giriş 2.5,-TL. Çok kalabalık olmadığı için her bölüme rahatlıkla vakit ayırabiliyorsunuz.


Hepsi birbirinden ilginç, heyecan verici hatta bazen duygulandıran videolarla, objelerle, fotoğraflarla karşılaşmanız mümkün. Ziyaretçilerin oynayabileceği pek çok interaktif oyunda sürprizlerden bir tanesi. Sergide efsane hakem Pierluigi Collina imzalı hakem forması, Şampiyonlar Ligi finallerinin biletleri, 1984 Avrupa Futbol Şampiyonası'nın UEFA Başkanı Michel Platini tarafından imzalanmış maç topu, 1958 yılında yarısı Galatasaray'da yarısı Fenerbahçe'de kalan Başvekil Kupası, EURO 2008'de oynanan Almanya - Türkiye yarı final maçının topu, 2000 yılında Real Madrid karşısında Galatasaray'ın UEFA Süper Kupası'nı kazandığı maçta Mario Jardel'in 2 gol attığı kramponları gibi futbol tarihine geçmiş maçlara ait objeler daha çok yer alıyor. Ayrıca  " Robin Sander ile 60 saniyede Avrupa Turu " yapabilme şansına sahip olabiliyor, orjinal ve bilgilendirici kitapları okuyabiliyor, tribün ve futbol sahalarındaki coşkuya katılıp fotoğraf çektirebiliyor ve biraz mola verip langırt oynayabiliyorsunuz.


Futbola ilgi duyan genç yaşlı herkesin ziyaret ettiğinde mutlaka kendinden bir şeyler bulabileceği bir sergi olmuş. Özellikle sergilenen objelerin gerçek olması çok heyecan verici. 30 Nisan'a kadar pek çok insanın yolu elbet Taksim'e düşecektir. Çok değil, en fazla 1 saatinizi ayırmanız yeterli olacaktır. Ama girdikten sonra çıkamazsanız da sakın şaşırmayın.

Büyük başarıları tekrar yaşamanız ve futbolun güzelliklerini görebilmeniz dileğiyle...

28 Ocak 2010 Perşembe

9. Afm Uluslararası Bağımsız Film Festivali ( !f İstanbul )



Bu hafta biz İstanbullular için oldukça soğuk ve karlı geçti sayılır. Aslında kar da pek yağdı diyemeyeceğim ama gösterdi kendini bir şekilde. İşte böyle zamanlarda yapılacak en güzel şeylerden biri de sinemaya gitmek bence. Gösterimde olan çok film ve dolayısıyla bizim için çok fazla alternatif olsa da 11 Şubat'ta başlayacak olan 9. Afm Uluslararası Bağımsız Film Festivali, nam-ı diğer !f İstanbul farklı bir tema ve başlıklarla karşımız çıkıyor.

Bu sene 9. su gerçekleştirilecek olan Bağımsız Filmler Festivali 11-21 Şubat 2010 tarihleri arasında “ Yeni Perspektif ” teması ile AFM'nin Beyoğlu, Caddebostan ve İstinye Park Salonları'nda sinemaseverlerle buluşuyor. Bu sene filmler “ Keşif ”, “ Hit Filmler ” , “ Erkeklik Halleri ”, “ Fantastik Filmler ”, “ Sesli Yaşam ”, “ Sessiz ve İsyanlar ”, " Dünya'nın Çivisi ”, “ Açılım ”, “ Gökkuşağı ”, “ !f Kült ”, “ !f Kısalar ”, “ Nöbetçi Sinema ” ve “ Özel Gösterim” başlıkları altında görücüye çıkıyor.

Festivalin programını incelediğinde, bu sene Bafta ödüllerinde de çok sayıda adaylık alan " Aşk Dersi/An Education " , " Precious " , " A Prophet/Yeraltı Peygamberi " , " Fantastic Mr Fox/Yaman Tilki " , " Crazy Heart/Çılgın Kalp " , " The Lovely Bones/Cennetimden Bakarken " filmleri ilk bakışta öne çıkıyor. Ama yukarıda bahsettiğim başlıklar altında pek çok filmin de sinemaseverler tarafından keşfedileceğini düşünüyorum.
 
Tüm filmlerin künyelerine, fragmanlarına, bilet fiyatlarına festivalin takvimine, etkinliklere ve festival ile ilgili tüm bilgilere  buradan  ulaşabilirsiniz. Programı incelemek için acele etmelisiniz. Çünkü 29-31 Ocak 2010 tarihleri arasında %10 indirimli olarak tüm biletler http://www.mybilet.com/ adresinde satışa çıkıyor.

Bu heyecanlı keşfe katılmanız dileğiyle...

23 Ocak 2010 Cumartesi

Muammer Yanmaz Fotoğraf Atölyesi

Uzun bir zaman sonra İstanbul'a beklenen ve hep istenen kar yağdı nihayet. Her ne kadar korkutmaya çalıştılarsa da bizi başaramadılar. Bir şekilde bugünün ve karın keyfini çıkarmayı başardık. Bugün hem kar keyfi yapabildim hem de 4 saatlik kısa ama eğlenceli ve eğitici bir fotoğraf atölyesine katılabildim. Kar nedeniyle tereddüt etsem de gittim Muammer Yanmaz'ın fotoğraf atölyesine.



Muammer Yanmaz, bir reklam - tanıtım fotoğrafçısı. 16 yaşında çıkmış bu yola. Ne şanslı ki o gün bugündür mutlu bir şekilde bu yola devam ediyor. Reklam fotoğrafçılığının dışında yaptığı pek çok proje çalışmaları, sergileri ve kendi kurduğu 40 Haramiler isimli grubu bulunuyor. Ayrıca uzun zamandır " Temel Fotoğraf Atölyesi " konulu eğitimler veriyor. Onunla ilgili detaylı bilgilere buradan ulaşabilirsiniz.



Fotoğraf çekmeye yeni yeni başlayan arkadaşım sayesinde bu atölye çalışmasından bilgim oldu. 4 saatlik bir çalışma olmasına rağmen oldukça eğitici ve eğlenceli geçti. Hem yaşayıp hem de çalıştığı yer olan mekan oldukça şirin ve sıcak tıpkı kendisi gibi. Stüdyo fotoğrafı çekme şansı elde etmek de benim için çok güzeldi. Kendi makinemle daha profesyonel bir ortamda çalışma fırsatı buldum çünkü. Ve kendi fotoğrafımızı profesyonel bir fotoğraf sanatçısına çektirme fırsatı da tabi.

Dışarıda yağan karın içeride de fotoğrafların güzelliğiyle dolu bir gündü. Böyle günleri tekrar yaşayabilmek dileğiyle...

20 Ocak 2010 Çarşamba

Tchibo



Aralık 2005'te Cevahir Alışveriş Merkezi'nde ilk mağazasını açmış olmasına rağmen tarafımca 2007 yılında keşfedildi. Kısa zamanda da ilgiyle takip ettiğim, sürekli alışveriş ettiğim ve arkadaşlarıma da tavsiye ettiğim bir mağaza haline dönüştü Tchibo Mağazaları.

Dünya'nın 5. büyük kahve üreticisi olmasının yanında mağazalarında satışa sunduğu pek çok çeşit gıda dışı ürünle de Türkiye Perakende Pazarı'nda kalıcı bir yer edindiler. Çoğunlukla 15 günde bir değişen temalarıyla, ağırlıklı olarak bayan, çocuk ve bebek ürünleri satışı yapıyor. Bunun dışında aklımıza gelebilecek her türlü gıda dışı ürün satışı da bulunuyor. Etiketlerinde " Almanya'dan ithaldir " yazmasına rağmen ürünlerini genelde Uzak Doğu'dan ithal ediyorlar. Ürünlerin fiyatları oldukça uygun. Bildik ürünlerin dışında çok farklı ürünlerin satışı da olmuyor değil. Neredeyse tüm temalarında ilgimi çeken bir ya da birkaç ürün muhakkak oluyor. Bazen evime şöyle bir baktığımda Tchibo'dan aldığım ürünleri görünce şaşırmıyor değilim.

Ne kahve içmeyi severim ne de kokusuna tahammülüm vardır. Ancak yakın çevremden edindiğim bilgilere göre kahvesi gerçekten de çok güzelmiş. Yaklaşık 1 yıldır satmalarını beklediğimiz Cafissimo Kahve Makinesini nihayet bu hafta sonu aldık. Fiyatı 250,-TL. Ama bu ürünle içebileceğiniz tek şey filtre kahve değil. Özel kapsülleri aracılığıyla, Caffe Crema, Yoğun Espresso ve Capuccino da seçenekleriniz arasında bulunuyor. Kullanımı oldukça kolay ve sonuç başarılı ( eşim öyle söylüyor ).

Türkiye'de pek çok mağazası ve Migros ile Ral Marketleri'nin bazılarının içerisinde satış noktaları olan Tchibo'nun internet sitesinden de ( http://www.tchibo.com.tr/ ) alışveriş yapabilirsiniz. Hatta Çarşamba günleri mağazalarda satılacak ürünleri o hafta Pazartesi gününden itibaren internetten satın alabilme ayrıcalığına sahip olabiliyorsunuz.

Pek çok çeşit ürünü uygun fiyatlara bulabileceğiniz, yorulduğunuzda bir fincan kahve içip cheesecake yiyebileceğiniz, evimize ya da ofisimize fazlasıyla renk katacak olan Tchibo, bizler için iyi bir alternatif mağaza.

Gördüğünüzde muhakkak uğramanız dileğiyle...

17 Ocak 2010 Pazar

Küçükçekmece Cennet Kültür ve Sanat Merkezi



2007 yılının Kasım ayında evlendiğim için taşındım Küçükçekmece'ye. Önceleri alışmak epey zor olmuştu benim için. Zamanla alıştım alışmasına ama buralarda hiçbir şey yapmıyorduk eşimle. Sinema için Bakırköy'e, tiyatro için Harbiye ya da Şişli'ye gitmemiz gerekiyordu en iyi ihtimalle.

2008 yılında Cennet Kültür ve Sanat Merkezi açıldı mahallemize. Oldukça görkemli ve renkli bir açılışı oldu. Haldun Dormen, Ebru Cündübeyoğlu, Tarık Papuççuoğlu ve birbirinden değerli oyuncuların yer aldığı Tiyatro Kedi ekibinin sahneleyeceği “Kibarlık Budalası " ve Kenter Tiyatrosu'nda sahnelenen " Ben Anadolu " oyunlarıyla start aldı. Tiyatrosu, sineması, seminerleri, söyleşileri, sergileri, düzenlenen kurslarıyla renk getirdi mahallemize. 450 kişilik sahnesi hep dolu oluyordu. Özel tiyatrolarda oynanan pek çok oyun ayağımıza kadar gelmişti çünkü. En büyük sorun sabahın erken saatlerinde kuyruğa girmek ve gişeden bilet almaktı. Başka şansımız olmadığı için rica minnet aldırırdık biletlerimizi. Her ay iki tane oyun oynardı tiyatromuzda.

İlk senesinde oldukça başarılı oldu Cennet Kültür ve Sanat Merkezi. Bu arada hem Sefaköy'e hem de Halkalı'ya birer tane Kültür ve Sanat Merkezi daha açıldı. Ancak nedense Küçükçekmece Belediyesi, kültür merkezlerini açmak için gösterdiği önemi ve hassasiyeti, söz konusu kültür merkezlerinin internet sitelerinin güncellenmesi için göstermemektedir. Her üç kültür merkezinin de internet sitesinde hala geçen sezona ait bilgiler bulunuyor.

Bu sene büyük bir sürpriz oldu ve Cennet Kültür ve Sanat Merkezi, İstanbul Devlet Tiyatrosu Sahneleri'nden bir tanesi oldu. İstanbul'da ikişer tane Şişli ve Üsküdar'da olmak üzere 9 tane devlet tiyatrosu sahnesi bulunuyor. Buradan aylık programa ulaşabilirsiniz. Devlet Tiyatrosu Sahnesi olduğu için artık internetten de bilet alabiliyoruz. Ama malesef bilinmediğinden mi, tanıtılmadığından mı bilemiyorum çok az sayıda tiyatro severle buluşuyor Cennet Sahnesi. Oysa ki Avrupa Yakası'nda oturan tiyatro severler için iyi bir alternatif olabilir bu sahne. İletişim ve kroki bilgisine buradan ulaşabilirsiniz.

Devlet Tiyatrosu'nda biletler tam: 10,-TL, öğrenci: 6,-TL,-. Oyunlar için biletlerinizi tiyatroların gişelerinden alabileceğiniz gibi http://www.mybilet.com/ adresinden de satın alabilirsiniz.

Cennet Kültür ve Sanat Merkezi'ni keşfetmeniz dileğiyle...

13 Ocak 2010 Çarşamba

Vavien



Eskiden en çok seyrettiğim Türk filmleri Kemal Sunal filmleri olurdu. Sinemada Türk filmi seyretmek gibi bir alışkanlığım ve o Türk filmlerine inancım yoktu. Oysa artık böyle düşünmüyorum. Türk filmlerine, onları yazan ve yönetenlere, oyuncularına güveniyorum. İzlemekten büyük zevk alıyor, hem yurt içinde hem de yurt dışında elde ettikleri başarılarla övünüyorum.

Son zamanlarda film tercihimi Türk filmlerinden yana kullanıyorum. İşte bu filmlerden biri de Vavien. Engin Günaydın'ın yazıp, Binnur Kaya ile başrolünü paylaştığı ve Taylan Biraderler'in yönetmenliğini üstlendiği, kendi dünyasında geçen bir film Vavien. 18 Aralık'ta sinemalarda gösterime girmesine rağmen pek fazla bir ilgi görmedi. Sanırım bu hafta da gösterimden kalkıyor malesef.

Film kısaca, mutsuz olan kasabalı bir ailenin yaşadığı olayları anlatıyor. Engin Günaydın'da birazcık Avrupa Yakası'ndaki Burhan Altıntop havası olsa da gayet başarılı bir şekilde hayat veriyor Celal karakterine. Karısı rolündeki Binnur Kaya, mükemmel ötesi bir oyunculuk sergiliyor. Bu durumun beni hiç şaşırtmadığını belirtmeliyim. Settar Tanrıöğen'i de unutmamak gerekiyor tabi, özellikle sazını konuşturduğu sahne seyre değerdi. İlker Aksum ve Nedim Suri, filmin diğer dikkat çeken, başarılı oyuncuları idi. Konu açısından çok sıradan görünse de yaşanan olaylar, hissedilen duygular ve gösterilen mekanlar açısından çok fazla bizden bir film olmuş. Kasaba yaşamı, esnaf olmak, mutsuz bir evlilik, ergenlik dönemi serüvenleri, anlamsız bir şekilde başka bir kadına duyulan tutku, ondan vazgeçemeyiş, eşlerden saklanan sırlar, söylenen yalanlar, korkular, yalnızlık o kadar güzel ve doğru bir şekilde anlatılmış ki, filmdeki gerilimi, komediyi ve dramı koltuklarımızda biz de yaşıyoruz. 

Vavien, aslında elektrik ile ilgili bir terim. Ama Fransızca'da zihnin ikilemde kalan hali anlamına geliyor: " Zihin bazen gider bazen de geri gelir. Bazen akıllı olursun bazen de gerizekalı. İşte filmin yansıtmaya çalıştığı asıl şey bu. Filmin görüntü yönetmeni Gökhan Tiryaki'yi tebrik etmek gerekiyor. Film boyunca çok güzel ve etkili kareler yakalamış ve bizlere göstermiş. Ayrıca film boyunca çalan ve filmi tamamlayan müzikler tek kelimeyle harika. Buradan ulaşıp dinleyebilirsiniz.

42. SİYAD Ödülleri’nde “Vavien” uzun metrajlı kurmaca filmlerin değerlendirildiği tüm dallarda adaylık elde edip, “Salkım Hanımın Taneleri” nin ardından 10 yıl sonra bu başarıya ulaşan ilk film oldu. Belki de sadece bu sebepten dolayı seyretmeliyiz Vavien'i.

Güzel ve başarılı bulduğum bu Türk filmini seyretmeniz dileğiyle...

11 Ocak 2010 Pazartesi

Fesleğen Çıkmazı



İstanbul Devlet Tiyatrosu'nun bu sezonki oyunlarından bir tanesi de Fesleğen Çıkmazı isimli oyun. Bu oyunu Küçükçekmece Cennet Kültür ve Sanat Merkezi'ndeki sahnede izleme fırsatı bulduk. Oyun günü bilet bulma şansımız dahi oldu. Çok fazla bilinmediğinden olsa gerek devlet tiyatrosu olduğu günden itibaren pek ilgi görmüyor Cennet Kültür ve Sanat Merkezi. Bu nedenle, ne yazık ki tiyatro sanatçıları, emekçileri dolu salona oynayamıyorlar oyunlarını.

Fesleğen Çıkmazı'nın kaderi de böyleydi malesef. Oysa ki oyun, bizim geçmişimizden, bizim yaşadıklarımızdan ibaret; Mübadele ile Girit'ten Türkiye'ye göçmek zorunda kalan bir aileden, aradan geçen uzun bir zamanın ardından ailenin duyduğu özlemden, verdikleri yaşam mücadelesinden ve ufak da olsa aşk acısından bahsediyor. 1 saat 20 dakikalık, tek perdelik bir oyun. Dekor oldukça sade. Oyuncular  başarılı, bazı sahnelerde ve konuşmalarda kopsak da oyundan vermek istediklerini kolayca aktarabiliyor Fesleğen Çıkmazı. Konusu nedeniyle biraz ağır ve duygu yüklü geçiyor tabiki.

Hayatımızı şöyle karşıdan bakıp seyretmek, bazen ufak bir tebessüm etmek ya da onun üzerine düşünmek ve belki onu kısacık da olsa bir kez daha yaşayabilmek... İşte tiyatronun bizlere verdiği güzellikler bunlar. İşte Fesleğen Çıkmazı'nın bize yaşattığı şey bu.

Oyunla ilgili ayrıntılı bilgilere buradan ulaşabilirsiniz.

Koşuşturmalarınızdan fırsat bulup izlemeniz dileğiyle... 

8 Ocak 2010 Cuma

İki Dil Bir Bavul




Son aylarda en çok konuşulan ve karşımıza çıkan konu oldu Türklük - Kürtlük konusu. İstenmeyen olaylar yaşadık ve hala da yaşamaktayız. İşte tam da böyle bir dönemde gösterime girdi İki Dil Bir Bavul belgesel filmi. Film tadında ama ondan çok başka bir şey olmuş aslında. Hani " biri bizi gözetliyor " deseler yeridir filmde.

Şanlıurfa'nın Siverek İlçesi'nin Demirci Köyüne ilk kez atanan, kürtçe bilmeyen, Denizli'li Emre öğretmen ve onun türkçe bilmeyen öğrencilerinin kısa gibi görünen upuzun hikayesini anlatıyor İki Dil Bir Bavul. Ülkemizin eğitim kalitesinin ve imkanlarının yorumsuz ve de gerçekçi durumunu gösteriyor İki Dil Bir Bavul. Doğuda yaşayan çocuklarımızla batıda yaşayan çocuklarımızın terazideki eşitsizliğini sunuyor bizlere İki Dil Bir Bavul. Oralardaki yalnızlığı, fakirliği, umutsuzluğu, çaresizliği ve adaletsizliği yaşatıyor İki Dil Bir Bavul.  Üstelik hiç bir ekleme ya da çıkarma olmadan, kameranın karşısında rol yapmadan, doğal ve olduğu gibi yapıyor bunu. İnanmıyorsanız filmin küçük kahramanı Zülküf'ün (kendi deyimiyle Zilkif'in ) esnemesini uzun uzun izlemelisiniz.

Kuzenimin yaklaşık 3 sene önce tayini Mardin'in bir köyüne çıkmıştı. İlk öğretmenliği tabi, heyecanlı ve istekli. Ama gittiği ilk gün bu heyecanı kaybolmuştu. Okulun hem müdürü hem hademesi hem de öğretmeniydi. Küçücük bir kurşun kalemi 8-10 öğrenci birlikte kullanıyordu. Üstelik ne interneti vardı ne de telefonu çekiyordu. İki Dil Bir Bavul'u seyrettikten sonra kuzenimin neler yaşadığını ve hissettiğini ancak görebildim.

Gerçekler her zaman bizleri mutlu etmiyor, kahramanlıklar sadece filmlerdeki gibi olmuyor, hayat yalnızca bizim için akıp geçmiyor. İki Dil Bir Bavul'u izleyebiliriz defalarca ama oradakileri anlayabilir miyiz, hatırlayabilir miyiz emin değilim. Bu gerçeklere gözlerimizi, kulaklarımızı kapatmayalım artık.

İki Dil Bir Bavul, Adana 16'ncı Altın Koza Film Festivali'nden iki ödülle döndü: Büyük Jüri Yılmaz Güney Ödülü ve SİYAD En İyi Film Ödülü. Daha nice ödüllere... Film artık vizyonda değil ama DVD'sini edinebilirsiniz.

Filmi seyredip paylaşmanız dileğiyle...

6 Ocak 2010 Çarşamba

Fatih Akın - Soul Kitchen



Hepimiz onu " Duvara Karşı " filmiyle tanıdık. Onunla birlikte Adam BOUSDOUKOS, Morıtz BLEIBTREU ve Birol ÜNEL'i tanıdık. Kimimiz beğendi onları kimimiz beğenmedi. Ama sonuçta Almanya'da bir Türk, çok güzel işler yaptı, çok ses getirdi.

Soul Kitchen, bir nevi gerçek bir hikaye aslında. Filmin başrol oyuncusu Adam Bousdoukos, filmin ilham perisi olmuş.Kendisinin bir restaurant'ı varmış ve sevgilisinden ayrılmış. Çok sıradan gibi görünen bu hikaye, yan hikayeler ve gerçekleşen olaylar ile kendini romantik olmaktan çıkarıp komedi filmi haline dönüştürmüş. Ama komedi bizim bildiğimiz ve her zaman güldüğümüz türden değil filmde. İşte bu yüzden Soul Kitchen çok farklı ve seyre değer.

Filmde baş karakter Zinos, sürekli bir şeylerle, birileriyle mücadele halinde. Zaten film başlı başına bir mücadele filmi. Dostları - aşkı korumanın, aile olup yuva kurmanın, güveni ve inancı kaybetmemenin mücadelesinin verildiği bir film Soul Kitchen. Bu mücadele sırasında filmde adeta bir oyuncu rolü üstlenen müzikleri de gözardı etmemek gerekiyor. Hepsinin yeri ve zamanı çok doğru olmuş. 2009 Venedik Film Festivali'nde aldığı Jüri Özel Ödülü de bunların kanıtı olsa gerek. Filmin bizlere büyük ve güzel bir sürprizi de var: Uğur Yücel.

Fatih Akın, bir röportajında Soul Kitchen'ı John Lennon'un şu cümlesiyle tanımlamış: " Hayat, sen başka planlar yaparken başına gelenlerdir. " Film için yapılabilecek en güzel tanımlama ve filmin tek cümlelik özeti olmuş bence.

Soul Kitchen'ı izleyip düşünmeniz dileğiyle...

3 Ocak 2010 Pazar

Kısa Bir Abant Gezisi

Yeni yılda ilk gezimizi Bolu - Abant ve Gölcük gölüne gerçekleştirdik. Cuma gecesi başlayan ve sabah karşı oldukça şiddetli bir şekilde yağan yağmur gözümüzü korkutmuş olsa da planımızdan vazgeçmedik ve yola koyulduk.

Yol boyunca sürekli yağan yağmur moralimizi bozmadı değil. Ama Bolu Dağı'ndaki Berceste' de verdiğimiz kahvaltı molası moralimizi tekrar üst seviyeye çıkarmayı başardı. Berceste'de açık büfe kahvaltı mevcut. Açık büfe olunca ve köy ürünlerini görünce gözünüzün dönmemesi mümkün değil. Fazlasıyla doyurucu ve leziz bir kahvaltı oldu bizim için. Eski yolu tercih etmeyenler de düşünülmüş. Tem otobanı'nda, Gümüşova mevkiinde, yolun her iki tarafında da Berceste bulunuyor. Açık büfe kahvaltı 17.50,-TL.



Kahvaltı sonrası yola koyulduğumuzda Bolu Dağı'nın meşhur sisi ile başbaşa kaldık. Ama yine de yola devam ettik. Planladığımız ilk güzergah Gölcük gölü idi. Bunun için Bolu Dağı'nı tırmandıktan sonra Abant ayrımından girmeyip Bolu şehir merkezine doğru devam etmemiz gerekti. Bir süre sonra Gölcük tabelası karşımıza çıktı. Şehrin içine girdikten sonra yaklaşık 15 km daha devam edilmesi gerekiyor. Biraz tırmandıktan sonra Gölcük Milli Park'ına ulaştık. Özel aracımızla giriş bedeli 5,-TL. İçeri girdikten hemen sonra aracımızı otoparkına bıraktık ve göl kenarına doğru yürümeye başladık. Şiddetli yağan yağmur, çamur içindeki yollara ve soğuğa rağmen birkaç tane güzel kare yakalayabildik. Gölün manzarası gerçekten de çok etkileyici. Özellikle bahar aylarında çok güzel olduğunu öğrendik. Gölün çevresi 1350 metre ve sadece yaya olarak gölün etrafında gezilebiliyor, araçla gezmek yasak.



Gölcük'ten ayrıldıktan sonra istikamet Abant oluyor. İstanbul'dan gelirken Bolu Dağı'nı tırmanıp, Abant kavşağından saptıktan 22 km sonra Abant Gölü'ne ulaşabilirsiniz. 22 km lik yol boyunca güzel bir doğa ve pek çok yeme - içme mekanı bulunuyor. Abant Milli Parkı'na özel araçla giriş 6,-TL. Milli Park'a girdikten sonra ister aracınızla, ister faytonlarla isterseniz de yürüyerek gölün etrafını dolaşabiliyorsunuz.


Abant Gölü 1.28 km lik bir alana sahip bir krater gölü ve gölün çevresi 6.5 km. Gölün etrafı çam, kayın, köknar gibi ağaçlarla çevrili. Yer yer oteller görmek de mümkün tabi. Biz dura kalka gölün etrafında tur atıp yerleşebileceğimiz bir masa aradık öncelikle. Göl çevresinde üstü açık ya da kapalı tahta masalar bulabilmeniz mümkün. Üstü kapalı iki masa bulduk ve hemen yerleştik. Mangalda sucuk, biber, hellim peyniri ızgarası ve şaraptan oluşan bir menümüz vardı. Hazırlıklarımızı yaparken Abant'ın bize muhteşem sürpriziyle karşılaştık. Birden ve yoğun bir biçimde yapmaya başlayan kar bizi adeta dondurdu. Bir anda göl gözden kayboldu, etraf tamamen bembeyaz oldu. Yaklaşık 1 saat boyunca hiç durmadan yağan kar günümüzün en güzel 1 saati oldu. Çok güzel kareler yakaladık, kar üstünde sucuk ekmek yiyip, şarap içme fırsatı bulduk.




















Yanınızda bir şey götürmeseniz de yiyecek pek çok şey bulabilirsiniz Abant'ta. Hatta en azından bir gece konaklamalı kalmanızı tavsiye ederim. Doğası ve manzarası çok güzel, yürüyüş parkuru sayesinde rahatça yürüyebiliyorsunuz. Ve sanırım her daim kalabalık. Kar nedeniyle ormanın içerisinde gezmeye cesaret edemedik.  İlkbahar'da tekrar gelmek şartıyla ayrıldık Abant'tan.



Dönüşte Tem otobanını kullanmayı tercih ettik. Böylece Gümüşova'daki Berceste'ye uğrayıp alışverişimizi yapabilecektik. Berceste'de yok yok gerçekten de. Biz Abaza Peyniri, köy ekmeği, Bolçi Çikolatası ve Ankara Çubuk Turşu Festivali'nde birinci olan turşulardan aldık. Özellikle Abaza Peynirini ve turşuyu tavsiye ederim.

Yağmurla başlayıp karla son bulan bir Gölcük - Abant gezisi oldu bizim için. Günübirlik bir keşif gezisi yaptık diyoruz. En kısa sürede tekrarlamak koşuluyla döndük evimize.

Bu güzellikleri görüp yaşayabilmeniz dileğiyle...