23 Aralık 2010 Perşembe

Filibe Köftecisi ve Turquazoo Akvaryum Ziyareti

Artık tüm hafta sonlarımız bir şekilde dolu geçiyor. Ya bir şeyleri yoluna koyma telaşındayız ya da bir yerleri keşfetme. Geçen hafta sonu bildik yerleri keşfetmiş olsak da eğlenceli ve lezzet dolu bir gün geçirdik. Yorulmadım mı, tabiki yine çabucak yoruldum...

Uzun zamandır Eminönü - Sirkeci taraflarında dolanmamıştım. Asıl amaç yılbaşı piyango biletini Nimet Abla gişesinden almak olsa da yanında yaptıklarımız güzel oldu. Önce hızlıbir şekilde Şark Han ve Havuzlu Han ziyareti yaptık. Açıkçası her iki ziyaret de tam bir fiyaskoydu. Çok uzun olmasa da kuyrukta bekleyip milli piyango biletlerimizi çektik. İlk çektiğim bileti içerisinde ziyadesiyle sıfır olduğu için iade ettim. Gişedeki arkadaş " al abla, kısmet geri verilmez " demiş olsa da iade ettim. Şimdi pişman mıyım: Hayır. Peki 1 Ocak 2011'de pişman olur muyum: Umarım olmam...






Aslında çok fazla gezmemiş olmamıza rağmen acıktık.Tabiki gideceğimiz yer önceden belliydi: Sirkeci'deki Meşhur Filibe Köftecisi. Sirkeci Tramvay durağından Cağaloğlu'na doğru çıkarken soldaki küçük mekan Filibe Köftecisi. İki katlı ve gerçekten de ufak bir yer burası. Köftelerin piştiği yere bakınca küçüklüğünü daha iyi anlıyor insan. Üst katı biraz daha ferah. Ama sandalye yerine taburelere oturacağınızı bilmenizi isterim. Köfte - piyaz ikilisi vazgeçilmezlerimden. Burada da aynı siparişi verdim. Köftelerin küçüklüğü mekanın küçüklüğüyle doğru orantılı mı bilmiyorum ama lezzeti kesinlikle taktir edilesi. Uzun zamandır böyle lezzetli köfte yediğini hatırlamıyorum. Piyaz için aynı şeyleri söyleyemeyeceğim. Fasulyeler fazla diriydi çünkü. Pencere kenarlarında bulunan sirke ile lezzetli hale getirebilirsiniz belki. Köftenin ardından günün tatlısını da yiyebilirsiniz tabiki. 
Mekan sahipleri oldukça sıcak ve güler yüzlü. Servis çabuk geliyor, ne de olsa ocak hiç boş kalmıyor. Mekanın fiyatları da uygun sayılır. Hani o lezzetten sonra ödemesini gözünüz görmüyor diyebilirim. Kısaca ilk fırsatta gitmelisiniz. Gittiyseniz, bir daha gitmelisiniz ...




Karnımız da doyduğuna göre artık gezmeye devam edebiliriz. Hedef Bayrampaşa'da Forum İstanbul  Alışveriş Merkezi'nde açılmış olan Turkuazoo Akvaryum'u ziyaret etmek. Daha önce gitmek istemiştik ama kişi başı 25 TL çok gelmişti gözümüze. Son dönemlerde oldukça yaygın olan indirim sitelerinden Grupanya aracılığıyla edindiğimiz indirimli biletlerle iki kişi 25,-TL 'na ziyaret ettik Akvaryum'u. Kapısında kuyruk yoktu ama içerisi çocuklarla doluydu. Akvaryum'u gezmeye başlamadan önce enteresan pozlar vererek hatıra fotoğrafı çektirebiliyor ve çıkışta da photoshoplanmış fotoğrafını ebatlarına göre 5-10 TL'ye alabiliyorsunuz.




Daha önce akvaryum gezmemiş biri olarak beni etkilediğini ve bazı noktalarda da heyecanlandırdığını baştan söylemeliyim. Özellikle tünelden geçerken çok heyecanlandım. Onlara dokunamamak sinir etti beni. Bazı balıklar çok şaşırttı beni, bazısı ürküttü. Ve bazısı da çok çirkin geldi. Kendisini sevdiren balık bile gördüm. Evet, sevdiriyordu kendisini...
Köpekbalıkları ürkütücü değil ama çok fazla dişlerine bakmamakta fayda var. Bazı balıkları görünce Sharm El - Sheik geldi aklıma. Ah ah, kimiyle beraber yüzmüştük ne güzel. Keşke içerisindeki mercanlar da gerçek olabilseydi ama değil. Kayıp Balık Nemo ve hafızası zayıf arkadaşı ile dolu olan akvaryum tek kelimeyle muhteşemdi. Sanırım çocukları en çok eğlendiren bölüm burası oldu. Ama çok sevimliler... İçeride flaşsız fotoğraf çekebiliyorsunuz. İsterseniz bazı balıklarla birlikte yüzebiliyorsunuz. Üç tarafı akvaryumla çevrili alanda oturup biraz huzur bulabiliyorsunuz.

Çıkışta hediyelik bir şeyler almak isterseniz alternatif bulunuyor. Fiyatlar da orta kararda diyebilirim. Girişte bu kadar çocukla nasıl gezeceğiz diye düşünürken çıkışta ilk fırsatta yeğenim Kaan Toprak'ı buraya getirmemin şart olduğuna karar verdim. Bayılacağına eminim.

Benim için yorucu ama hepimiz için eğlenceli bir gün geçirdik. Bakalım bu hafta sonu bizi neler bekliyor?

12 Aralık 2010 Pazar

Body Worlds Sergisi ve Pera Müzesi

Bugün gidelim yarın gidelim derken her iki mekandaki sergilerin de sonunu yakaladık. O kadar güzel gün dururken biz İstanbul'un en soğuk ve fırtınalı gününü seçtik. Ama şanslı olduğumuzu belirtmeliyim. Trafik sorunu hiç yaşamadık. Çok şaşılacak bir durum değil mi?

Programımızdaki ilk durak Karaköy'de Antrepo 3'te bulunan İstanbul Modern'deki Gunter Von HAGENS'in Body Worlds Orjinal Vücut Dünyası - Yaşam Döngüsü Sergisi'ydi. 11 Haziran'da açılan sergi malesef 18 Aralık'ta son buluyor. Bu nedenle henüz gitmemiş olanlar için çok az bir zaman kaldığını hatırlatmak isterim. Hafta içi ve Cumartesi günü 09.00 - 20.00 arası açık olacak olan serginin son günleri olması nedeniyle olsa gerek inanılmaz uzun kuyruklar var. Hani içeri girmenin bir dert olduğu mekanda dışarı çıkmak ayrı bir dert. Hafta sonu olduğu için çocukların çok fazla olduğu sergiyi gezmek biraz zahmetli açıkçası. Sergi ile ilgili detaylı bilgilere buradan ulaşabilirsiniz.

Sergi alanı umduğumdan daha küçük bir alana kurulmuş. Dolayısıyla beklediğimden daha az vücut görebildim. Hayvan vücudu olarak sadece at ve zürafa vücudu bulunuyor. Sergi, girişte Doğum Öncesi Gelişim ile karşılıyor insanı. Şu anki durumumdan mıdır bilmiyorum ama beni en çok etkileyen ve heyecanladıran bölüm burası oldu. Yaradanımızın gücünü ve mucizelerini anlamamız için fazlasıyla yeterli oluyor bu bölüm. Sonrasında gördüğümüz vücutlar ve organlar da bu farkındalığımızı perçinliyor resmen. Elinde baştan aşağı derisini tutan adam vücudu çok etkileyiciydi. Kan damarı yapılandırmaları, sigara içen bir insanın akciğerinin rengi, ülserli mide, kötü huylu tümöre sahip bir böbrek, sindirim sistemi, veremli akciğer, tümörlü beyin, kemik bozuklukları ve diğerleri ... Görülecek o kadar çok şey var ki. Ve İstanbul'a getirilmeyen diğer vücut ve organlar. Tek kelimeyle muhteşemdiler. Hani insan gördüğü derinin altında nasıl bir sistemin işlediğini merak ediyorsa mutlaka görmeli bu sergiyi. Ama biraz rahatsız etmedi de değil hani.
 
 
Bedenini bağışlayan insanlara teşekkür etmek ne kadar yeterlidir bilmiyorum ama hem hekimlere hem de biz diğer insanlara çok büyük bir iyilik yaptıkları kesin. Duvarlarda bulunan yazılar hem şaşıtcı gerçekleri bize öğretiyor hem de birazcık olsun bizlere mesaj veriyor. Belki biraz pahalı gelebilir kalabalık bir aile için ama mutlaka görülmesi gereken bir sergi. Ama çocuklar bu sergiyi ne kadar kaldırabilir bilemiyorum. Meraklı gözlerle bakanlar kadar dehşete düşen ve korkan çocukları da gördük.
 
 
Programımızdaki diğer sergi Pera Müzesi'ndeki Tivadar CSONTVARY'nin  " Macar Resminin Sıradışı Ustası " sergisiydi. 21 Ekim'de başlayan sergi bugün sona erdi.
 
 
Genel olarak beni çok etkilemeyen sergideki en dikkat çekici resim Mostar Köprüsü'nün resmi oldu.
 
 
Pera Müzesi'ne bu sergi için gitmiştik ama 4 Kasım'da başlayan " Çarlık Rusyası'ndan Sahneler: Rus Devlet Müzesi Koleksiyonu'ndan 19. Yüzyıl Rus Klasikleri " sergisini de gezdik.
 

St. Petersburg‘daki Rus Devlet Müzesi'nin zengin koleksiyonundan seçilmiş olan resimler; çalışma ve yoksulluk, çocukların dünyası, halk eğlenceleri, savaş ve ölüm ile kentsoylularını konu alan sahnelerle devrime kadar yaşamın her alanından kesitleri yansıtıyor. Oldukça güzel ve etkileyici olan sergi 20 Mart 2011 tarihine kadar sergileniyor.
 
Pera Müzesi'ne giriş 10,-TL ama isterseniz bir yıl boyunca ücretsiz olarak sergileri gezme hakkı veren Pera Kart'ı 20,-TL ye satın alabilirsiniz. Sergi bitiminde 2. katta bulunan Osman Hamdi Bey'in " Kaplumbağa Terbiyecisi " eserini görmemek olmaz.


Günümüzün mola ve yemek yeri ise Beyoğlu'nda, Yapı Kredi Kültür Yayınları'nın hemen arkasındaki çıkmaz sokakta bulunan Ara Cafe. Ara Güler'i her an görebileceğiniz ( ki biz görme şansına eriştik ) , Ara Güler fotoğraflarıyla dolu bir yer burası. Yer bulmak zor olabilir açıkçası. Fazla büyük bir mekan değil ama sıcak bir ortamı var. Yemeklere gelince... Biz Balkan Köftesi, Kış Salatası,Fesleğen Soslu Makarna ve Meksika Usulü Sıcak Çikolata'yı denedik. Balkan Köftesi, patlıcan püresinin üzerinde, iskender sosu ve yoğurt ile servis ediliyor. Sipariş sonrası yemeklerimizin gelmesi çok kısa sürdü. Sanırım bazı yemekler hazır, siparişe göre ısıtılıyor. Balkan Köftesi'ndeki köftelerde böyleydi. Kış Salatası, oldukça doyurucu ve leziz. Makarna için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Sıcak Çikolata ise tek kelimeyle muhteşem ama biraz fazla gelebilir. Fiyatlar Beyoğlu için pahalı sayılır.

Güzel bir günün tekrarı dileğiyle...

8 Aralık 2010 Çarşamba

Orta Avrupa'nın İncileri - Budapeşte 3. Bölüm

Artık Budapeşte'nin Buda tarafını keşfetme zamanı. Yani şehrin biraz tepelik olduğu, metro ağının sadece kırmızı hattan  ibaret olduğu, ulaşımın ağırlıklı olarak tramvay ve otobüs ile sağlandığı, şehrin kalesinin ve görkemli sarayının bulunduğu, Tuna Nehri'nin diğer kıyısını keşfediyoruz.

Buda'ya herhangi bir köprüden geçebilirsiniz. Biz bir köprüden geçip diğerinden Peşte'ye geri dönmeyi tercih ettik. Tabiki yürüyerek. İlk durağımız tur otobüsüyle gittiğimiz Gül Baba Türbesi oldu. Margit Köprüsü'nden Buda tarafına geçip, sağ tarafa doğru ilerlediğinizde Török Ut'a ( Türk Caddesi ) gelmiş olacaksınız. Bu caddede bulunan Mescet ( Mescit ) Sokağı'nın yukarısında, bir tepede bulunuyor Gül Baba Türbesi. Bir Bektaşi dervişi olan Gül Baba, Macaristan halkı tarafından sevilip sayılan ender Osmanlı'dan bir tanesiymiş. Rivayete göre, Budapeşte'ye ilk gülü getiren kişi Gül Baba imiş. Türbede Gül Baba'nın sandukası bulunuyor. Güzel bir manzaraya sahip olduğunu söyleyebilirim. Ee, Galatasaraylılar için de ayrı bir yeri bulunuyor Gül Baba'nın. O yüzden görmeden geri dönmek olmaz.

Türbeden sonraki durağımız Buda Kalesi ve Balıkçılar Burcu. Oldukça büyük bir alana kurulu olan kale bölgesinde göreceğiniz ilk ihtişamlı yer Neo Gotik mimari yapısına sahip Matthias Kilisesi. Tadilat yapıldığı için içini görme şansına sahip olamadık ama renkli seramiklerle kaplı olan çatısı bile ihtişamını anlamamız için yeterli oldu. Osmanlı'nın fethinden sonra kısa bir süre cami olarak da kullanılan kilise, Macaristan'ın ikinci büyük kilisesi konumunda. Buda kenti, 13. yüzyıldan itibaren kale ve Matthias Kilisesi çevresinde gelişmeye başlamış. 18. ve 19. yüzyıldan itibaren kent yeniden inşa edilmiş ve eski cazibesine kavuşmuş. Bu bölgeyi yaya olarak çok rahat gezebilirsiniz.
  


Matthias Kilisesi'nin ön tarafında Macaristan'ın ilk taçlı kralı Aziz İstvan'ın 1906 yılında dikilen heykeli bulunuyor. Burada görülmesi gereken yerlerden biri de 1895 yılında inşa edilen Balıkçılar Burcu ya da Tabyası. Adının aksine hiç bir zaman bir savunma yapısı olarak kullanılmamış. Tuna Nehri ve Peşte'nin en güzel fotoğraflarını burada çekebilir ve bu güzel manzaranın tadını çıkarabilirsiniz. Ama her daim kalabalık olacağını da unutmayın sakın.

Balıkçılar Burcu'nda kale bölgesinin içlerine doğru yürüyebilir ve sonunda Buda'nın diğer tarafını görebilirsiniz. Burada biriken yapraklar insana sonbahar mevsiminin tadını çıkarma fırsatı veriyor. Matthias Kilisesi'nin önündeki Kutsal Teslis Meydanı'nda Veba Anıtı'nı göreceksiniz. Bu bölge civarında Lordlar Sokağı ve Mecdelli Meryem Kilisesi de görülecek diğer yerlerden. Ayrıca Veba Anıtı'nın biraz ilerisinde, sağ tarafta Miro Cafe'de mola verebilir, ilginç iç dekorunun tadını çıkarabilirsiniz. Tarihi binaların içerisinde kalan modern Hilton Oteli de burada bulunuyor.
Ve Buda'nın en görkemli binası: Kraliyet Sarayı ( Royal Palace ). 13. yüzyılda inşa edilen saray, pek çok tahribat geçirmiş ve   İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra  şimdiki Neo klasik tarzda inşa edilmiş. Buda'nın simgesi olan Kraliyet Sarayı'nın kubbesi, her yerden rahatlıkla görülebilmektedir. Sarayın olduğu bölgede Matthias Çeşmesi ve Macar Ulusal Galerisi bulunuyor. 1904 yılında inşa edilen Matthias Çeşmesi, Kral Matthias ile sevgilisi İlonka'yı canlandırıyor. Macar Ulusal Galerisi'nde Macar tarihini anlatan sanat eserleri sergileniyor. Koleksiyon'un çok geniş olduğunu  belirtmeliyim.  

Buda'nın önemli ve görülesi yerlerinden birisi de Elizabeth Köprüsü'nün hemen karşısında bulunan Gellert Tepesi. Yaklaşık 140 metre yüksekliğe sahip olan Gellert Tepesi, muhteşem bir Budapeşte manzarasına sahip. Bu tepeyle ilgili pek çok rivayet ve batıl inanç bulunuyor. Hristiyanlığı istemeyenlerin Piskopos Gellert'i bir fıçıya koyup tepeden aşağıya yuvarlayarak öldürdüğü ve sonrasında bu tepenin adının Gellert Tepesi olmasına neden olmuş. Tepeye arabayla çıkabileceğiniz gibi  otobüsle de ulaşabilirsiniz. Burada elinde haçıyla kenti kutsayan Piskopos Gellert'in Anıtı'nı göreceksiniz. Ayrıca iç kale, gözlem terasları ve Özgürlük Anıtı diğer görmeniz gereken yerlerden. Özgürlük Anıtı'nın ortasında bir defne dalını havaya kaldırmış olan kadın figürü bulunuyor. Tepenin hemen aşağısında, Özgürlük Köprüsü'nün tam karşısında bulunan Gellert Oteli ve kaplıcaları ile yanıbaşındaki Teknoloji Üniversitesi görülebilecek diğer yerler arasında sayılabilir.

Son olarak gecikmeli kalkan uçağımızdan dolayı yaşadığımız memnuniyetsizliği gidermek amacıyla tur şirketimizin ücretsiz düzenlediği yöresel Çigan Gecesi için Borkatakomba adlı mekana gittik. Hem restaurant hem de şarap mahzeni olan mekanda yöresel şarapları tatma ve Macarların meşhur yemeği Gulaş'ı yeme fırsatı bulduk. Gulaş, bizdeki Tas Kebabı'nın oldukça sulu ve baharatlı hali olarak düşünülebilir. Ama kesinlikle bizim yemeğimiz daha lezzetli ve görsel olarak daha çekici.  Yine de merak edenler deneyebilir.

Budapeşte'de dolu dolu 2 gün geçirme fırsatı bulduk. Planladığımız çoğu şeyi yapsak da eksik kalan şeylerin olduğunu da biliyoruz. Hem gecesi hem gündüzü ayrı bir güzelliğe sahip Budapeşte, kesinlikle görülmeli diyebileceğim bir yer. Özellikle ulaşım problemi yaşamadan rahatça keşfedilebilecek olan şehir, buradan sonra göreceğimiz diğer Orta Avrupa şehirlerini daha ilgi çekici hale getirdi açıkçası. Her şehrin kendine has bir büyüsü var mıdır bilmiyorum ama Budapeşte'nin sahip olduğu kesin.

Ve ertesi sabah erkenden Viyana'ya doğru yola koyulacağız. Ama öncesinde Slovakya'nın başkenti Bratislava'ya uğruyoruz...

5 Aralık 2010 Pazar

Av Mevsimi


Nihayet İstanbul'da sıcaklık düşmeye başladı ve kış mevsiminde olduğumuzu hatırlar olduk. Günlerden pazar ve hava da soğuk olunca yapılacak aktivitelerden birisi sinemaya gitmek oluyor. Biz de bu pazar sabahını böyle değerlendirelim dedik ve tercihimizi 3 Aralık'ta gösterime giren Av Mevsimi filminden yana kullandık.

Filme gitmeden önce hakkında hiç bir şey okumadım. Sadece Şener ŞEN'i, Çetin TEKİNDOR'u ve Cem YILMAZ'ı bir arada seyretme fırsatını değerlendirmek istedim. Sonuçta onların olduğu bir film ne kadar başarısız olabilirdi ki. Yönetmenliğini ve senaristliğini Yavuz TURGUL'un yaptığı filmde usta oyuncuların ve Cem Yılmaz'ın yanı sıra Okan YALABIK, Melisa SÖZEN, Rıza KOCAOĞLU ve Mahir İPEK gibi oyuncular da bulunuyor. Filmin görüntü yönetmenliğini ise Uğur İÇBAK yapmış. 2,5 saate yakın süren filmin konusu ise aslından oldukça basit: Genç bir kızın cinayete kurban gitmesini araştıran üç polisin bu süreç içerisinde değişen hayatlarının ve cinayetin hikayesi.

Film, biraz dram biraz gerilim biraz da polisiye türden olmuş. Konusu ve dolayısıyla kurgusu  zayıf olan film malesef beni ne heyecanlandırdı ne de ben de merak uyandırdı. Filmin gidişatından filmin sonunu tahmin etmenin bu kadar kolay olması ve çok aleni olan  mantık hataları en büyük hayal kırıklıklarımdan biriydi filmdeki. Aslında filmin vermek istediği etkinin bu olmadığını da varsayabiliriz. Ama böyle usta bir yönetmenden beklenmedik derecede vasat bir film çıkmış ortaya. Oyunculukların hiç birine sözüm yok. Şener Şen oldukça sade oynamış, kendinden bir şeyler katmamış rolüne. Filmde yaratılan tek karakter olan İdris'i oynayan Cem Yılmaz biraz daha ön planda kalmış. Ama yine de hiç bir oyunculuk Çetin Tekindor'un oyunculuğunu gölgeleyememiş. Tek kelimeyle muhteşem olduğunu belirtmeliyim.

Filmde pek çok şey yarım kalmış hissi veriyor insana. Hani bu kadar uzun bir filmde bu yarım kalmalar üzücü. Bazı sahneler olmasa da olur dedirten türden. Genel olarak durağan ve sakin geçen bir film. Ama arada bazı sahneler var ki yine de sıkılmadan izlettiriyor filmi. Özellikle Cem Yılmaz'ın " Hayde Hayde " türküsünü söylediği sahne ve tek başına barda içerken prova yapan grubun söylediği şarkıda yüzünün ve bakışlarının aldığı ifade böyle bir filmde bile bizi güldürmeye yetiyor. Görüntü yönetmeninin oldukça başarılı olduğunu da söyleyebilirim.

Av Mevsimi başladı ve bitti. Beklentilerin yüksek olduğu ama ben de hayal kırıklığı yaratan bir film olmuş. Yine de ve her şeye rağmen gidilir mi derseniz gidilir diyebilirim. Sonuçta sizin beklentileriniz ve görecekleriniz belki de Yavuz Turgul'un anlatmak istediklerinin ta kendisidir.

Daha başarılı Yavuz Turgul filmleri görmek dileğiyle... 

29 Kasım 2010 Pazartesi

Orta Avrupa'nın İncileri - Budapeşte 2. Bölüm


Budapeşte'de hala görülecek çok yer, yapılacak çok şey var. İşte görülmesi gereken yerlerden bir tanesi de Tuna Nehri kenarında bulunan görkemli Parlamento Binası. Macar fethinin 1000. yıldönümü kutlamaları sonrası kentin gelişmesi hızlanmış ve Macaristan'ın çeşitli tarzlarda tasarlanmış en önemli yapıları inşa edilmiş. Parlamento Binası da işte bu yapıtların başında geliyor. Buraya kırmızı renli ( M2 ) metro hattıyla ya da 2 - 2A nolu tramvay hattıyla gelebilirsiniz.

1884 - 1902 yılları arasında inşa edilen Parlamento Binası, Kossuth Lajos Meydanı'nda, Tuna Nehri kenarında bulunuyor. Bir proje yarışması sonucu seçilen bina, İmre STEİNDL tarafından Neo - Gotik tarzda inşa edilmiş. Şu ana ülkenin en büyük binası konumunda olan Parlamento Binası, Almanya ve İngiltere'den sonra Avrupa'nın üçüncü büyük parlamentosu. 18.000 metrekarelik bir alanda inşa edilen binanın, 691 tane odası bulunuyor. Dış cephesinde 300 adet heykel bulunan binanın 27 ayrı kapısı buluyor ve süslemeler için 40 kilogram altın kullanıldığı söyleniyor.

Parlamento Binası'nın hemen karşısında bulunan Etnografya Müzesi, Parlamento Binası seçimi için yapılan proje yarışmasının adaylarından bir tanesiymiş. Oldukça görkemli bir yapı olan Etnografya Müzesi, Rönesans ve Barok tarzı mimarisi ile dikkatlerden kaçmıyor. İçerinde 170.000 parça eserin sergilendiği çeşitli müzeler bulunuyor. Bu binanın hemen yanında bulunan Tarım Bakanlığı binası da Neo - Klasik tarzda inşa edilmiş, dikkat çekici bir bina. Hemen yanında 1956 yılının Başbakanı'nın Komünizm'den halkın yanına geçişini simgeleyen Imre Nagy Anıtı bulunuyor. Anıtın 200 metre kadar ilerisinde ise 1905 yapımı, Neo - Klasik tarzdaki binada  Macar Televizyon Merkezi bulunuyor.

Parlamento Binası'nın arka kısmında Transilvanya Prensi İkinci Ferenc RAKOCZİ'nin bronz heykeli bulunuyor. Macarların çok sevdiği ve önemsediği Ferenc Rakoczi, verdiği bağımsız mücadelesi sonrası hayatını uzun yıllar sürgünde geçirmiş. Bu sürgün dönemlerinin sonlarına doğru Tekirdağ'a yerleşen Rakoczi burada vefat etmiş. Günümüzde oturduğu ev restore edilerek kendi adıyla bir müzeye dönüştürülmüş.


Parlamento Binası'nın hemen yanıbaşında bulunan Attila JOZSEF'in heykeli 1980 tarihli. Toplumcu, gerçekçi ve radakil bir şair olarak tanınan Jozsef, 32  yaşında intihar ederek hayatına son vermiş. Gördüğünüz üzere Kossuth Lajos Meydanı'nda görülecek epey bir yer bulunuyor. Şehrin önemli meydanlarından birini adını veren Kossuth Lajos, Macar halkı tarafından çok sevilen, " geçici " sıfatıyla da olsa ilk Cumhurbaşkanıymış. Avusturya'ya karşı verilen bağımsızlık savaşı sonrası Kütahya'ya sürgüne gönderilmiş ve 1851 yılına kadar burada yaşamış. Kütahya'da halen Kossuth Evi Müzesi ziyaret edilebiliyor.

Parlamento Binası'ndan yürüyerek de ulaşabileceğiniz Zincirli ya da Arslanlı Köprü'nün Peşte tarafında bulunan Roosvelt Meydanı'na kadar gitmişken Gresham Sarayı'nı, Macar Bilimler Akademisi'ni ve Aziz Istvan Bazilikası'nı görebilirsiniz.

Tuna Nehri üzerinde kurulmuş olan ve Buda ile Peşte'yi birbirine bağlayan dokuz adet köprüden yedisi trafiğe açık. Bu köprülerden en çok kullanacağınız köprüler Margit Köprüsü, Zincirli ya da Arslanlı Köprü, Elizabeth ve Özgürlük Köprüleri'dir. Tuna Nehri üzerinde bulunan ve Macar halkının özellikle yaz mevsiminde sayfiye ve piknik alanı olarak tercih ettikleri Margit Adası'na gitmek için Margit Köprüsü'nü kullanmak gerekiyor. Köprünün her iki tarafından da yürüyerek gidebileceğiniz adayı biz 26 nolu otobüs ile gezmeyi tercih ettik. Otobüsün son durağının adanın dışında olduğunu bilmeden tabiki. Arpat Köprüsü'nden geçerek adadan ayrıldık ve otobüsten hiç inmeden aynı güzergahtan bindiğimiz yere geri döndük. Kiralık bisiklet ya da küçük arabalarla adayı daha detaylı gezebilirsiniz. Burada Yüzüncüyıl Anıtı'nı, Hajos Olimpik Havuz Tesisi'ni, 14. yüzyıldan kalma Fransisken Kilisesi'nin harabelerini, Palatinus Kıyısı'nı, 1911 yılında yapılan 57 metrelik su kulesini, 13. yüzyıldan kalma Domiken Kilisesi ve Manastırı'nı ve Margit Siziget Termal Oteli ile Japon Bahçesi'ni görebilirsiniz. Adanın sonunda da Bodor Kuyusu bulunuyor.

Ve şehrin en süslü ve dikkat çekici köprüsü Zincirli ya da Arslanlı Köprü ... Köprü, 1839 - 1849 yılları arasında yapılmış. Tierney CLARK tarafından tasarlanan köprü, Adam CLARK tarafından tamamlanmış. 380 metre uzunluğundaki köprü zamanının bir mühendislik harikası olarak tanımlanmaktadır. Köprünün her iki tarafında birer kule bulunan köprünün yine her iki tarafının girişinde 2 adet arslan heykeli bulunuyor. Rivayete göre bu taş heykelleri yapan Janos MARSCHALKO, eserlerinin kusursuz olduğunu düşünüyormuş. Ama küçük bir çocuğun ağzı açık olan arslanların dilinin olmadığını söylemesi sonucu üzüntüden dolayı intihar etmiş. Ama arslanların dilinin olduğu ama ilk bakışta farkedilemediği söyleniyor. Bence de dilleri mevcut.

Zincirli Köprü'den sonra Elizabeth Köprüsü'nü göreceksiniz. Diğer köprülerde olduğu gibi yaya olarak da bu köprüden karşıya geçebilirsiniz. Bu köprünün Peşte tarafında bulunan Erzsebet Meydanı'ndan Budapest Sightseeing turu yapabilirsiniz. Yaklaşık 2.5 saat süren, hem Buda hem de Peşte'de toplam 14 noktada mola veren, Türkçe dahil 22 dilde şehri tanıtan turun bitiş noktası da aynı yerde. Şehri başlangıçta  hızlı bir şekilde turlamak için ideal bir tur. Tur, sabah 10.00 - 12.00 arası 30 dakikada bir, 12.00 - 16.00 arası ise saatte bir düzenleniyor. Bu turun maliyeti ise 4.000 Forint civarında.


Elizabeth Köprüsü'nün Peşte ayağının hemen yakınından kalkan Tuna Nehri tekne turları da Budapeşte'ye gidince yapılması gereken aktivitelerden bir tanesi. Gündüz ve gece ayrı fiyatlandırmaları olan bu tur sayesinde nehrin her iki yakasındaki tarihi bina ve kiliselerin ( Parlamento Binası, Gellert Tepesi, Matthias Kilisesi gibi )  hikayelerini dinleyebilirsiniz. Gündüz turları Margit Adası'nın etrafında ve içerisinde dolaşırken gece turları Margit Adası'na gelmeden geri dönmektedir. Türkçe dahil 30 dilde anlatılan turun fiyatına iki içecek dahil. Gündüz turu için kişi başı yaklaşık 11,-Euro ödemeniz gerekirken, gece turu için yaklaşık 18,-Euro ödemeniz gerekiyor. Her iki turunda seyir zevki farklı. Özellikle gece turunda ışıklandırmalarla şehrin farklı bir büyüsüne kapılabilirsiniz. Tekne girişinde broşür alırken tur esnasında gösterilen tanıtım Dvd'lerini gördük ve aldık. Ücretsiz olup olmadığı konusunda bir fikrimiz yok. Ama güzel bir hediye oldu bizim için. Detaylı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.


Buda ile Peşte'yi birbirine bağlayan bir diğer köprü de Özgürlük Köprüsü. Köprünün Peşte tarafında hal binası, Buda tarafında ise Gellert Oteli ve Kaplıca Tesisi bulunuyor. 1894 - 1899 yılları arasında yapılan köprü, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra orjinaline sadık kalınarak yeniden yapılmış. Köprünün üzerinde Macar efsanelerindeki Turul kuşları ile kraliyet armaları bulunuyor.

Son olarak, Budapeşte'nin yer altı ve yer üstü ulaşımından bahsetmek istiyorum. Şehrin Peşte tarafında ulaşım sorunu  yaşamayacağınıza kesinlikle emin olabilirsiniz. Sarı, kırmızı ve mavi olamak üzere 3 ayrı metro hattı bulununan şehirde tramvay ve otobüs hatları da oldukça yaygın. Her üç metro hattının buluşma noktası ise Deak Fer Meydanı. Alacağınız tek bir kartla hepsini istediğiniz kadar kullanabildiğinizi tekrar hatırlarmak isterim.

Budapeşte'nin Peşte tarafından bu kadar. Bir dahaki yazımda şehrin Buda tarafını tanıtmaya çalışacağım.

28 Kasım 2010 Pazar

Kim Bu Adam?


Kış mevsiminin en güzel etkinliklerinden biri tiyatroya gitmek olsa gerek. Özellikle son yıllarda artan Kültür ve Sanat Merkezleri sayesinde pek çok oyun daha çok insanla buluşuyor. Özellikle özel tiyatrolarda sahnelenen oyunları oldukça uygun ücretlerle izleme fırsatı buluyor insanlar. İşte onlardan bir tanesi de Can Gürzap'ın 2008 yılında kurduğu  Tiyatro Dialog 'un yeni oyunu " Kim Bu Adam ? "

Sefaköy Kültür ve Sanat Merkezi'nde izleme şansına sahip olduğum oyunun yazarı Sebastien THİERY. Can GÜRZAP, Güneş BERBEROĞLU, Metin YAVUZOĞLU, İlham ERDOĞAN, Halim ERCAN ve  Oğuz OKUL'un oynadığı oyunun yönetmeni Levend ÖKTEM. Yaklaşık 1.5 saat süren ve iki perdelik bir oyun olan " Kim Bu Adam? " güncel bir soruna değindiği konusuyla bu sezonun en çok dikkat çekebilecek oyunlarından bir olacağa benziyor.

'' Mösyö ve Madam Belier evlerinde akşam yemeği yerken aniden telefon çalar. Şaşırırlar çünkü telefon abonelikleri yoktur. Arayan kişi Mösyö Schmitt diye birini sormaktadır. Mösyö ve Madam Belier, şaşkın şaşkın birbirlerine bakarken, içinde bulundukları dairenin ve eşyaların kendilerine ait olmadığını fark ederler. Duvardaki tabloların, kitapların, kıyafetlerin hiçbiri onların değildir. Yanlış evde olduklarını düşünüp, çıkmaya çalışırlar ancak kapı kilitlidir. Kapı çalar, gelen polistir. Tüm bunlar bir şaka mıdır, bir tuzak mı, yoksa ortak gördükleri bir kabus mu ? '' diyerek anlatılan oyundaki Mösyö Belier karakteri tiyatro sahnelerinde görmeye alışık olmadığımız bir karakter. Ama gerçek hayatta pek çoğumuzun tanıdığı, gördüğü ya da bizzat yaşadığı bir karakter. Hatta Can Gürzap'ın  " hayatımın rolü " dediği bir karakter.

" Kim Bu Adam? " ,  insan ilişkilerini, insanın toplum içerisinde nasıl tek tip bir varlığa dönüştürüldüğünü ve bu dönüşüm karşısında insanoğlunun nasıl çaresiz kaldığını çok güzel bir şekilde gözler önüne seren bir kara komedi oyunu olmuş. Yani yine çıkarılacak dersler ve sorulacak sorular var karşımızda. Ve tabiki sürprizlere gebe bir oyun.

" Kim Bu Adam? " , Aralık ayında da sahnelenmeye devam ediyor. İzlemek isteyenler için Aralık ayı programı aşağıdadır:

3 Aralık 2010 Cuma          Saat: 21:00      Profilo Kültür Merkezi 
4 Aralık 2010 Cumartesi    Saat: 21:00     Profilo Kültür Merkezi
5 Aralık 2010 Pazar          Saat: 16:00     Caddebostan Kültür Merkezi
20 Aralık 2010 Pazartesi   Saat: 20:30     Ataköy Yunus Emre Kültür Merkezi
24 Aralık 2010 Cuma        Saat : 20:30    Kozzy AVM Gönül Ülkü Ve Gazanfer Özcan Sahnesi

Muhakkak izleyebilmeniz dileğiyle...

25 Kasım 2010 Perşembe

Orta Avrupa'nın İncileri - Budapeşte 1. Bölüm



Uzun bir bayram tatili sonrası işe ve İstanbul'a tekrar nasıl alışacağım diye düşünüyordum ama her ikisi de hemen hissettiriverdi varlıklarını. Yani kaldığım yerden devam ediyorum. Eşimle 9 günlük bayram tatilinde nereye gidelim diye çok düşündük. Malum hem mevsimlerden kış hem de ben her geçen ay biraz daha ağırlaşıyorum. Sonunda kararımız Orta Avrupa'nın incileri olan Budapeşte - Viyana - Prag turundan yana oldu.

Bayram nedeniyle yaşanan yoğunluğa rağmen her zamanki gibi tatile Pronto Tur ile çıktık. Evet, alışkanlık haline geldi Pronto Tur bizde. 7 gece - 8 gün olarak satılan ama aslında 7 gece - 7 gün olan turumuzun başlangıç noktası Macaristan'ın başkenti Budapeşte oldu. Yaptığımız araştırmalar ve öğrendiklerimiz neticesinde hazırlıklarımızı tamamladık ve Sabiha Gökçen Havaalanı'ndan kalkacak uçağımız için 19.00 civarı havaalanına gittik. Yaşadığımız ilk olumsuzluk da burada gerçekleşti. Çünkü uçağımız teknik bir arızadan dolayı 23.00'a ertelenmişti. Sonuçta Türkiye saati ile 01.00 gibi Budapeşte'ye ulaştık.

Budapeşte'yi keşfetmek için 2 tam günümüz vardı ve bunun yarım günü panoramik şehir turu ile geçti. Konakladığımız otel olan ve Peşte'de Vacı Ut ( Vacı Caddesi ) da bulunan İbis Budapest Otel'den şehir merkezine ulaşımın kolay ve rahat olması artı bir durumdu. Hemen önünden binebileceğiniz metro ile şehir merkezine 10 dakikada ulaşabiliyorsunuz. Kahramanlar Meydanı'na yürüyerek 10 dakika mesafede olduğunu ama otelin 3 yıldızlı ve kusursuz olmadığını da belirtmeliyim.

Ayrıntılı bilgilere girmeden önce kısaca Budapeşte'yi özetlemek istiyorum. Bizim bulunduğumuz süre içerisinde mevsim normallerinin çok üzerinde bir sıcaklığa sahip olduğu için ayrıca kalbimi fetheden şehri keşfetmek ve tanımak çok eğlenceli ve kolay. Rahatlıkla edinebileceğiniz şehir haritası ve 24 - 72 saat ya da bir hafta geçerli olan Budapeşte Kart ile Budapeşte'yi metro - tramvay - otobüs ile ve / veya yaya olarak gezebilirsiniz. Bir köprüden Buda'ya geçip diğer köprüden Peşte'ye geri dönebileceğiniz kadar rahat bir şehir. Avrupa Birliği'ne dahil olmasına rağmen kullanılan para birimi Forint. 1 Euro da 274 Forint ediyor.

Budapeşte ... Tuna Nehri'nin ikiye böldüğü şehrin bir tarafı Buda, diğer tarafı ise Peşte olarak geçiyor. Buda tarafı ne kadar tepelik ve yokuşlara sahip ise, Peşte tarafı o kadar düz ve geniş bir alana sahip. Zaten Peşte tarafında ulaşım çok daha rahat bu nedenle. Şehri ikiye bölen Tuna Nehri üzerinde 7 tane köprü bulunuyor. Bunlardan Margit, Szechenyi ( Zincirli ya da Arslanlı ), Erzsebet ( Elizabeth ) ve Szabadsag ( Özgürlük ) köprüleri en çok göreceğiniz ve kullanacağınız köprüler. Özellikle Zincirli köprü, şehrin en popüler, süslü ve ilgi çeken köprüsü durumunda.



Budapeşte'de yapılacak pek çok şey, görülecek pek çok yer bulunuyor. Bunların başında ise Hösök Tere yani Kahramanlar Meydanı geliyor. Turistlerin ve tur otobüslerinin ilk uğradıkları yer olarak da tanımlayabiliriz burayı. Andrassy Caddesi'nin sonunda bulunan bu meydan Macaristan tarihinin onurlu bir dönemine adanmış. Meydanı karşınıza aldığınızda sol tarafta Güzel Sanatlar Müzesi'ni, sağ tarafta ise Mücsarnok  Sanat Sarayı'nı göreceksiniz. Biz gittiğimizde Güzel Sanatlar Müzesi'nde Botero ve Gustav Klimt'in sergileri vardı. Ama pazartesi günleri müzeler kapalı olduğu için gezemedik. Meydanda tam karşınızda, sağ ve sol tarafta bulunan yarım ay şeklindeki Binyıl Anıtı'nı görebilirsiniz. Bu anıtın tam ortasında ise tanınmış 7 Macar kral ve politikacılarının heykellerini ve büyük orta sütunun üzerinde de kutsal Macar hacını tutan Cebrail'in figürü bulunuyor. Güzel Sanatlar Müzesi'nin sağ tarafındaki caddeden yürüyerek  Hayvanat Bahçesi'ni, Sirk alanını ve hemen karşısındaki Szechengi Kaplıcası'nı, Vajdahunyad Kalesi'ni ve kışın buz pistine dönüşen gölü görerek Varos Liget'i yani şehri parkını gezebilirsiniz. Özellikle Szechengi Kaplıcası'nın kapısından içeri girmenizi duvarları incelemenizi tavsiye ederim. Gerçekten çok etkileyici. Bu bölgeye şehir meydanından sarı renkli ( M1 ) metro hattıyla ulaşabilirsiniz.




Kahramanlar Meydanı'na sırtınızı döndüğünüzde karşınıza Andrassy Caddesi çıkacaktır. Sarı renkli metro hattı da bu caddenin altında yer almaktadır. Bu cadde , Türk Konsolosluğu'nun  da bulunduğu şehrin önemli ve güzel caddelerinden birisi. Biz caddenin sonlarına doğru yer alan Opera Binası'na kadar metro ile gitmeyi tercih ettik. Binanın özellikle ön cephe süslemeleri çok etkileyici. Ana girişin iki yanındaki nişlerde Macaristan'ın en önemli bestecilerinden Ferenc ERKEL ve Franz LİSZT'in figürleri bulunuyor. Opera Binası'nın içinde rehberli tur yapabilir, hediyelik eşya mağazasından bir şeyler alabilirsiniz. Buradan çıkıp Peşte'nin ve üç ayrı metro hattının merkezi olan Deak Fer Ter'e ( Deak Fer Meydanı ) yürüyerek gidebilirsiniz. Bu yürüyüş sırasında siz de bir kahve molası vermek isterseniz Cafe Costa'ya uğrayabilirsiniz. Burada da insanları köpekleriyle rahat rahat oturduklarını görünce şaşırmayın lütfen. Bu görüntüyle sık sık ve her yerde karşılaşacaksınız çünkü.




Deak Fer Meydanı'ndan Deak Fer Ut ( Deak Fer Caddesi ) boyunca 300 - 400 metre yürüdüğünüzde Vörösmarty Meydanı'na ulaşacaksınız. Burada görmeniz gereken ilk yer Gerbeaud Pastanesi. İsviçreli şekerci Emil GERBAUD tarafından 1858 yılında kurulmuş olan bu pastanenin dikkatinizi ve sizi içerisine çekmemesi mümkün değil. Pek çok  pasta alternatifi bulunan pastanenin en meşhur pastalarından biri Dobos Turta. Pastayı  kahve ile denemeyi ihmal etmemelisiniz. Pastanenin hemen önündeki metro durağı olan Vörösmarty Ter durağı, Macarlara göre Avrupa'nın ilk metro istasyonu. Pastanenin hemen karşısında ise şair Mihaly VÖRÖSMARTY'e adanmış ve 1908 yılında dikilmiş olan anıt bulunuyor.




Onyedinci yüzyıl sonunda harap halde olan Peşte, 19. yüzyılda imar projeleri çerçevesinde yeniden inşa edilmiş. Bu durumu en net şekilde görebileceğiniz yer ise Vörösmarty Meydanı'ndan başlayan Vacı Utca ( Vacı Sokağı) . Bu sokak boyunca New Yorker, Zara, Mango, Bershka, H&M gibi alışveriş mağazaları, cafeleri, tarihi ve dışı resim, rölyef ve heykellerle süslü bina, kilise ve sarayları, hem yerel hem de Nordsee, Burger King gibi fast food tarzı restaurantları, hediyelik eşya tezgahlarını, döviz bürolarını ve eğlenceli - eğlendiren insanları bir arada görmeniz mümkün. Oldukça uzun bir sokak olan Vacı Sokağı'nın bittiğini düşündüğünüz yerde alt geçitten karşıya geçerek kaldığınız yerden Özgürlük Köprüsü yakınlarına kadar devam edebilirsiniz. Bu sokak Peşte'de en çok vakit geçirebileceğiniz yerlerden birisi. Hem alışveriş hem de yemek için alternatifler çok. Ayrıca sokağın ilk bölümünün sonunda ( No: 31 ), sağ tarafta bulunan Molnar's Kürtöskalacs 'ta Macaristan'ın yerel tatlısı olan baca tatlısını yiyebilirsiniz. Bu tatlı, şekerli hamurun bir silindir etrafına dolanıp mangal üzerinde döndürülerek pişirilmesi suretiyle yapılıyor. Akabinde isteğe göre şeker, tarçın, çikolata, fındık, hindistan cevizi, vb. parçalara bulanarak servis edilir. İsterseniz hemen orada sıcak bir tane yiyebilirsiniz. Bir porsiyonu bir kişi için fazla geliyor, baştan söyleyeyim. Fiyatı da 800 forint , yaklaşık 3 Euro.


Sokağın diğer tarafı daha çok yemek yeyip, içebileceğiniz, hediyelik eşya alabileceğiniz mağazalarla ve kiliselerle dolu. Üstelik hemen hemen her akşam bu kiliselerde klasik müzik konserleri veriliyor. Sokağın sonunda Fövam Meydanı'na ulaşacaksınız. Burada hemen solda bulunan Anna Cafe biraz olsun dinlenmek için güzel bir tercih olabilir. Hemen yanında bulunan Burger King ile ortak kullandıkları tuvaletleri de rahatlıkla kullanılabilir. Aynı birliktelik sokağın diğer tarafında da geçerli tabiki.




Meydanda muhakkak görmeniz gereken yer, dış görüntüsüyle hemen farkedeceğiniz Central Market ( Nagyvasarcsarnog - hal binası ). Binanın içerisine girince ne kadar farklı bir yere geldiğinizi anlıyorsunuz. Giriş katında etlerin, tavukların, sebze ve meyvelerin satıldığı yerin üst katında hediyelik eşyalar ve yeme - içme yerleri bulunuyor. Oldukça büyük bir alana kurulmuş olan bu hal binasında yerel halkın içerisine karışabilir ve uygun fiyatlı alışveriş yapabilirsiniz.


Giriş kapısının hemen karşısındaki köşede bulunan Cosmo Card'ta fotoğraf çektirip, Budapeşte görüntüleri ile hazırlanmış digital fotoğraf kartına anında bastırabilirsiniz. Biz burada özellikle meyve - sebze bölümünde oldukça güzel zaman geçirip alışveriş yaptık.

Anlatılacak o kadar çok şey var ki, lafı çok fazla uzatmamak için devamı bir sonraki yazımda olacak...