31 Mart 2010 Çarşamba

17. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali

Son 2 senedir fırsat buldukça tiyatroya gidiyoruz eşimle. Aslında daha çok gitmek istiyoruz ama bazen evde oturmaya bile zaman bulamıyoruz. 29. Uluslararası İstanbul Film Festivali'nin biletlerini aldıktan sonra sıra geldi 17. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali'nin biletlerini almaya.

İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı ( İKSV ) tarafından düzenlenen festivalin bu seneki sponsorları Aygaz ve Opet. Festival 10 Mayıs - 10 Haziran 2010 tarihleri arasında gerçekleşiyor. Festival de yaklaşık 90 gösteri yer alacak ve bu gösteriler 18 ayrı mekanda gerçekleşecek: Bayrampaşa Eski Cezaevi, Caddebostan Kültür Merkezi, Cemal Reşit Rey Konser Salonu, Çıplak Ayaklar Dans Stüdyosu, Garajistanbul, Haldun Taner Sahnesi, Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi, Kumbaracı50, Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı, Sabancı Üniversitesi Gösteri Merkezi, Salon, Semaver Kumpanya Çevre Tiyatrosu, Ses Tiyatrosu, Şişli Cevahir Sahnesi, Talimhane Tiyatrosu, Tiyatro Pera, Üsküdar Tekel Sahnesi ve Üsküdar Stüdyo Sahnesi. Bu gösterilerin dışında ünlü konukların katılacağı söyleşi ve atölye çalışmaları da bu sene festival kapsamında bulunuyor.

Festivalin açılışı 10 Mayıs akşamı Cemal Reşit Rey Konser Salonu'nda Krater Yapım'ın " Hekate'nin Şarkısı " adlı oyunla yapılıyor. 10 Haziran akşamı Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi'nde gösterilecek olan " Damıtılmış Kırmızı " adlı oyunla da festivalin kapanışı gerçekleşmiş olacak. 17. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali'nin en dikkat çekici ismi hiç kuşkusuz John Malkovich. Sadece filmlerde gördüğümüz John Malkovich'i tiyatro sahnesinde görmek ilginç bir deneyim olacak gibi görünüyor.

17. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali'nin biletlerinin satışı önce 29 - 30 - 31 Mart tarihlerinde İKSV'nin Lale Kart sahiplerine. Genel satışlar ise 3 Nisan Cumartesi günü başlıyor. Bilet fiyatları oyunlara göre değişiklik gösteriyor. Biletix'in internet sitesinden fiyatları görebilir ve satın alabilirsiniz. Ayrıca 18 Nisan'a kadar Atlas Sineması'ndan ve İKSV binasındaki ana gişeden hizmet bedeli ödemeden de biletlerinizi satın alabilirsiniz. Festival programının detaylarına  da buradan ulaşabilirsiniz.

Şimdiden iyi seyirler...

21 Mart 2010 Pazar

Anadolu'nun Kayıp Şarkıları


İstanbul'da yaşayan gerçek İstanbul'luların sayısı kaç abaca? Bu kalabalık şehrin nüfusunun ne kadarı Anadolu'dan geldi buraya? Memleketini uzun zamandır kaç kişi görmüyor? Ne kadarımız yöresel türkülerimizi, şarkılarımızı, ağıtlarımızı biliyoruz? Ya da bilmek istiyoruz...

Nezih Ünen ve ekibi uzun zaman önce çıkmışlar yola. Bir minübüs dolusu insan kilometrelerce yol yapmışlar yurdumuzun bir ucundan ötekine, kuzeyinden güneyine kadar. Gördüklerini, yaşadıklarını, duyduklarını ve hissettiklerini kaydetmişler ve kendilerine saklamışlar. 8 yıl sonra, bu projeyi gerçekleştirdiklerinde gördük ve bildik bu saklı hayatları. 2008 yılı yapımı olan belgesel film, 12 Mart'ta vizyona girdi. Oldukça az sayıda sinema salonunda üstelik. Hani biraz sessiz sedasız diyebiliriz. İnternetten biletimizi satın alırken 2 kişiydik, salona gittiğimiz de ise sadece 5. Sanırım kimse Anadolu'nun Kayıp Şarkıları'nı merak etmiyor.

Kalabalık ve koşturmacalarıyla dolu İstanbul ile başlıyor film. Onun bildiğimiz gürültüsü ve renkli görüntüleri çıkıyor karşımıza. Ve sonra birden büyük bir sessizlik. İşte o an anlıyorsunuz ki burası Anadolu. Anadolu'nun pek çok yerini görüyoruz ve onların şarkılarını onlardan dinliyoruz. Bir an için gülüyoruz, bir an için üzülüyoruz ve bir an için de düşünüyoruz. Pek çoğumuza yakın olan, bildik hayatlar, insanlar ve şarkılar bir anda ne kadar uzak kalıyor insana, onları özlemle veya şaşkınlıkla dinliyoruz. Yaklaşık 2 saat süren filmde farklı yerlere gidiyoruz ama malesef filmin sonunda yine bildiğimiz ve içerisinde  yaşadığımız İstanbul'a geri dönüyoruz. Sessizlik bitiyor, gürültü ve karmaşa kaldığı yerden devam ediyor.

Yapılmak istenen, düşünülen şey tek kelimeyle harika ama ortaya çıkan malesef benim için  hayal kırıklığı oldu. Anadolu'nun bu kayıp şarkılarını keşke sadece Anadolu'nun dedelerinden ve ninelerinden dinleyebilseydik. Nezih Ünen'in bu şarkıların üzerine koyduğu kendi müziği bu ahengi fazlasıyla bozmuş. Duymamız gerekenleri  duymamıza engel olmuş. Filmin ana temasının bu kayıp şarkılar olduğunu düşünürsek pek fazla bir şey alamadan çıkmış oluyoruz filmden. Keşke her şeyi akışına bırakabilselermiş diyemeden yapamıyor insan.

Anadolu'nun Kayıp Şarkıları projesinin bundan sonraki çalışmalara bir basamak olduğunu düşünüyorum. Bir sonraki benzer proje daha başarılı olabilir. Unuttuklarımızı hatırlattığı, bilmediklerimizi öğrettiği için yine de görülmeye değer buldum filmi. Vereceğimiz desteklerle daha iyileri her an karşımıza çıkabilir. Filmi izlemeden önce fragmanını izlemenizi tavsiye ederim. O zaman filmi muhakkak görmek isteyeceksiniz. Filmin fragmanını buradan izleyebilirsiniz. Filmdeki tüm şarkıları dinleyebileceğiniz albümü bütün müzik marketlerde bulabilirsiniz.

Kayıp şarkıları sizin de bulmanız dileğiyle...

16 Mart 2010 Salı

29. Uluslararası İstanbul Film Festivali

İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından düzenlenen 29. Uluslararası İstanbul Film Festivali bu sene 3-18 Nisan 2010 tarihleri arasında gerçekleşecek. Yapılan açıklamalarda ilk göze çarpan şey, festivale yıllardır ev sahipliği yapan Emek Sineması’nın kapalı olmasından dolayı bu yıl film gösterimlerinde ve etkinliklerde mekan olarak kullanılmayacak olması. Bir mekan değişikliği de Anadolu yakasında var. Bu sene Anadolu yakası gösterimleri Rexx Sineması yerine Kadıköy Sineması'nda yapılacak. Bu sene de dünya sinemasından ünlü yönetmenler ve yıldızlar festivale konuk olarak katılacaklar. Bunlar arasında Jane Birkin de yer alıyor.

Festivalde bu sene hem yeni filmlerin hem de unutulmaz klasiklerin gösterileceği 22 tane bölüm var. Her gece yapılacak olan Akbank Galaları, Uluslararası Yarışma Bölümü, Türk Sineması 2009-2010 Ulusal Yarışma Bölümü, Özel Gösterimler, Dünya Festivalleri’nden, Genç Ustalar, Yıllara Meydan Okuyanlar, NTV Belgesel Kuşağı gibi sinefilleri oldukça heyecanlandıran bölümlerin yanı sıra bu sene İstanbul’un Avrupa Kültür Başkenti olması dolayısıyla, İstanbulda geçen ve İstanbul’u konu alan Türk ve yabancı filmlerden oluşan bir seçki de İstanbul:İçeriden Dışarıdan adıyla programa dahil edildi.

Festival kapsamında bu sene 60. Berlin Film Festivali’nde büyük ödül olan Altın Ayı’yı alarak bizi gururlandıran Semih Kaplanoğlu’nun Bal isimli filmini, yine Reha Erdem’in uzun süredir beklenen filmi Kosmos’u, İnan Temelkuran’ın vizyonda çok şans bulamasa da bence gelecek için ümit veren filmi Bornova Bornova’yı, Taylan Biraderler’in Siyad ödüllerine 11 dalda aday olup 5 dalda ödül kazanan filmi Vavien’i, Türk Filmleri Seçkileri adı altında tekrar izleme fırsatı bulacağız. Tabi festival kitapçığını elimize aldıktan sonra Dünya Sineması kapsamında izlenecek filmler listemizin de oldukça kabaracağına eminim. Çünkü bu seneki program gerçekten de çok dolu gözüküyor. Daha ilk incelemede programın ortasına bile gelmeden izlenecek film sayısı şimdiden 15’i geçti. Kitapçığı da inceledikten sonra izlemeye aldığımız filmler listesini tekrar burada paylaşacağım.

Festivalin biletleri 20 Mart Cumartesi günü satışa çıkıyor. Biletler festival gişeleri, İKSV binası ve biletix internet sitesinden temin edilebilir. Festivalle ilgili tüm bilgilere buradan ulaşabilirsiniz.

2 hafta boyunca Beyoğlu’nda yine tatlı bir koşturmaca yaşayacak. Lades’te sucuklu yumurtalı kahvaltı, film aralarında Nevizade’de bira-patates keyfi, son filmden çıktıktan sonra İstiklal Caddesi’nde bir yorgunluk kahvesi bizlere hayatın sadece çalışmaktan ibaret olmadığını hatırlatıp nefes almamızı sağlayacak diye düşünüyorum.

Bir çok ünlü yönetmenle ve bu yönetmenlerin başka hiçbir yerde göremeyeceğimiz filmleriyle tanışacağımız bu festivalle yolunuzun kesişmesi dileğiyle…

14 Mart 2010 Pazar

3 Günde 3 Türk Filmi ...

Türk filmlerini seyretmeyi seviyorum. Son yıllarda yapılan başarılı yapımlar, Türk sinemasına eşimle birlikte kişisel bir destek vermemizi sağlıyor. Belki sinemaya gitmiyoruz her seferinde ama Dvd'den muhakkak seyrediyoruz bir çoğunu. Bu hafta sonu için de planımızı hafta başından yaptık ve her güne bir film seçtik.


Veda... Zülfü LİVANELİ'nin her senaryosunu yazdığı hem de yönetmenliğini yaptığı, Sinan TUZCU, Serhat Mustafa KILIÇ, Dolunay SOYSERT, Özge ÖPİRİNÇCİ, Burhan GÜVEN, Bartunç AKBABA, Ezgi MOLA, Fikret Kağan OLCAY'ın başrollerini paylaştığı, Salih BOZOK'un anılarından yola çıkılarak hazırlanmış bir ATATÜRK filmi. Filmde karşımıza farklı yaşlardaki dört Atatürk çıkıyor. İlk ikisi oldukça kısa olmasına rağmen özellikle Atatürk'ün 6 - 7 yaşlarındaki dönemi çok başarılı bir şekilde anlatılmış. 14 - 17 yaşlarındaki dönem biraz sönük aktarılmış. Sinan Tuzcu'nun hayat verdiği 25 - 45 yaş dönemi ise filmin büyük bir bölümünü oluşturuyor.

Veda filmi bana çok eksik geldi. Görmeyi beklediğim şeyleri göremedim, havada kalan pek çok şey oldu. Sonra düşündüm, sonuçta bu film Salih Bozok'un anılarından derlenmiş. Tek bir kişinin hatıralarından, düşüncelerinden, hislerinden ve paylaşımlarından oluşuyor. Eksikleri kadar fazlalıkları da var filmin. Bilmediğim bazı şeyleri öğretti film bana belki ama en nihayetinde başarılı bulmadım filmi. En iyisini yapayım derken olmamış. Zorlama sahneler ve oyunculuklar, başarısız animasyonlar, yarım kalan olaylar, izleyiciye olumsuz duygular veren karakterler nedeniyle olmamış. Filmin sonunda Latife Hanım'a ve Salih Bozok'a duyulan güvenin sarsılması nedeniyle olmamış Veda filmi.

Filmin müzikleri de Zülfü Livaneli'ye ait ve gerçekten çok başarılı. Selanik'ten göçe zorlanan Türkler'in kaçış sahnesi ve Fikriye Hanım'ın intihar sahnesi sırasında çalınan müzikler insanı alıp götürmeye ve duygulandırmaya yetiyor. İyi niyetle yapılmış, samimi ve çok emek verilmiş bir film. Keşke daha iyi olabilseydi. Yine de görülmeye  değer. Ulu Önder Atatürk'ü anlatan bir film sonuçta.


Neşeli Hayat... Yılmaz ERDOĞAN'ı pek sevmiyorum açıkçası. Ama hemen hemen bütün filmlerini izledim. BKM Mutfak oyuncularını da " Çok Güzel Hareketler Bunlar " programında ara sıra izliyorum. Güzel ve başarılı bir grup olmuşlar. Sanki ayrı ayrı bir şeyler yapsalar olmayacak gibi geliyor insana. Neşeli Hayat filminde de yine aynı kadro bir arada. Tek fark, filmde başrolde Yılmaz Erdoğan var. Canlandırdığı karakteri çok başarılı oynamış Yılmaz Erdoğan. Bakışlarıyla, ses tonuyla ve duruşuyla tam olarak gösteriyor bize karakterin acizliğini ve başarısızlığını. Filmin konusu ülkemizde yaşanan bir gerçeği de gözler önüne seriyor; kısa yoldan para kazanma derdine düşenler sayesinde kurulan saadet zincirleri.

Büşra Pekin dışında filmdeki diğer oyunculukları başarılı bulmadım. Bu topluluk artık ayrı ayrı bir şeyler yapmalı bence. Zorlama espriler, zorlama bir neşe ve sonunda verilen zorlama mesaj. Keşke herkes eninde sonunda bu filmdeki ana karakter kadar şanslı olabilse. Ama sonuçta bu da bir film değil mi?


Eyyvah Eyvah... Başrollerini Ata DEMİRER ile Demet AKBAĞ'ın paylaştığı film bu hafta sonunun son filmi oldu bizim için. Film, Çanakkale'de Geyikli'de ve İstanbul'da geçiyor. Trakya şivesi ile karşımıza çıkıyor Ata Demirer ve oldukça başarılı. Demet Akbağ ise bıçkın, erkek gibi kadın bar şarkıcısı rolünde. Rolünün hakkını vermiş, çok başarılı buldum filmde. Genel olarak komik bir film, küfür yok. Duygusal bir an yaşarken bir anda gülebileceğiniz bir film olmuş Eyyvah Eyvah. Hani 2 saat şöyle herşeyden uzaklaşıp biraz da güleyim diyorsanız seyredebilirsiniz bu filmi.

Keşke içi daha dolu bir film olsaymış. Senaryosu çok güçlü değil ama oyuncular bu durumu biraz olsun kurtarıyor. Bizde filmin devamı çekilecekmiş hissi uyandırdı. Belki böyle daha iyi olabilir. Filmin şarkısı çok güzel, sözlerini bir de okumak gerekiyor. Trakya insanının sıcak, sevecen ve yardımsever halini gözler önüne sermeyi başardığını da belirtmeliyim.

Üç günde üç Türk filmi... Çok emek veriyoruz iyi bir şeyler yapabilmek için. Bu emeklerin karşılıksız kalmaması adına Türk sinemasına desteğimizi esirgememeliyiz.

Bu destekçilerden birisi olmanız dileğiyle...


11 Mart 2010 Perşembe

Kahire'de Son Gün ... Ve İskenderiye

Kahire'de ilk gün derken ikinci ve son gün geliverdi hemen. Bugün gezilecek pek çok yerin olmasının yanısıra alışveriş yapmak için de son şansımızdı. Bir gün önceden anlaştığımız taksici Zizou, bizi otelimizden tam saatinde, 09.15'te aldı. Bir de Mısırlılar için dakik değil derler. Zizou, oldukça sempatik, konuşkan ve bilgili bir Mısırlı. Zaten bizim en büyük şansımız hem İngilizceyi hem de Kahire'yi iyi bilen bir taksici ile karşılaşmamız oldu.


Bugünün ilk durağı İslami Kahire Bölgesi'ndeki El - Kal'a yani Kahire Kalesi. Kaleye giriş 25 Mısır Pound'u, kalenin açılış saati ise 10.00 . Cuma günü Mısır'da resmi tatil olduğu için olsa gerek kabalık öğrenci grupları kaleye gelmiş. Kale, ilk olarak 1176 yılında Selahaddin Eyyubi tarafından kurulmuş. 3 bölümden oluşan kalenin içerisinde camiler ve müzeler bulunuyor. Kalenin en çok ziyaret edilen bölümü güney bölümü, yani girişten hemen sonraki bölümler. Buraya özellikle Mehmed Ali Paşa Camii'ni ve En - Nasır Muhammed Camii'ni görmek için geliniyor. Mehmed Ali Paşa camii, 19. yüzyıldan kalma ve Osmanlı üslubunda inşa edilmiş bir cami ve artık Kahire'nin simgesi haline gelmiş. En - Nasır Muhammed Camii ise Memlüklüler'den kalma ve minaresindeki İran çinilerinin Mısır'da başka bir benzeri bulunmamaktadır.

Camilerin avlusuna ve içerisine girebilmek için ayakkabılarınızı çıkartmanız gerekiyor. Eğer yanınızda yedek bir çorap ya da ayakkabılarınızın üzerine geçirebileceğiniz bir poşetiniz yoksa ya çıplak ayakla ya da mevcut çoraplarınızla yere basmak zorunda kalıyorsunuz. Biz çoraplarımızdan olduk. Mehmed Ali Paşa Camii'nin içerisi tek kelimeyle muhteşem. Kubbedeki çinilerin ve renklerin insanı etkilememesi mümkün değil. Camilerden sonra sırasıyla kale içerisindeki Polis Müzesi ve Askeri Müze'yi ziyaret ettik. Vaktimiz sınırlı olduğu için bu müzeleri oldukça çabuk gezdik. Kalenin kuzey bölümünde bulunan Süleyman Paşa Camii de görülmeye değer. Ayrıca kalenin sahip olduğu Kahire manzaralarına diyecek söz bulamıyorum. Buradan Sultan Hasan ve El - Rifai Camileri fazlasıyla dikkat çekiyor. Kaleye gelirken Mısır'da Ölüler Şehri olarak da adlandırılan ve yaklaşık 6 km lik bir alana sahip olan Kuzey Mezarlığı'ndan geçiyorsunuz. Burası oldukça ürpertici bir görünüme sahip. Yüzyıllar önce bu mezarlıkların üzerine ziyaretçilerin yiyip içebileceği ve konaklayabileceği odalar yapılmış. Ancak kentin evsizleri bu odalara yerleşmiş ve şu anda o bölgede yaklaşık 1 milyon insan yaşıyormuş. Bunu düşünmek bile insanı ürpertmeye yetiyor.


Kaleden ayrılıp doğru Roda Adası ve Eski Kahire'ye doğru yol aldık. Mısrü'l Kadime olarak bilinen bu eski bölümde Mısır Hristiyanlığı bölgesiyle ilgili pek çok kilise ve sinagog bulunmaktadır.Buraya aynı zamanda Kopt ya da Koptik Kahire de denilmektedir. Girişten itibaren sağ tarafta dükkanlar bulunuyor. Papirüs, magnet ve parfüm esansı alışverişimizi burada yaptık, biraz çabuk bir alışveriş oldu ama içimize sindi. Zaten yaptığınız alışveriş ve bunun için ödediğiniz para içinize sindiyse başka bir yerde aynı şeyi tekrar sormayın. Daha ucuz olabileceğini göreceksiniz, üzülürsünüz. Biz çerçeveli ve küçük boy papirüslerden almayı tercih ettik. Arkasında sertifikası olanlardan aldık, gerçek olanları böyleymiş çünkü. Boy boy ve farklı desenlerde çok fazla papirüs var. Beğendiğiniz papirüs için hemen pazarlığa başlayın yoksa işin içinden ve o dükkandan çıkamazsınız.


Koptik Kahire'de ilk ziyaret ettiğimiz yer girişten sonra yaklaşık 400 - 500 metre sonra solda yer alan Mar Girgis Kilisesi oldu. Buradan en çok merak ettiğimiz yer olan Kopt Müzesi'ne geçtik. Müzeye giriş 25 Mısır Pound'u ve içeriye kamera - fotoğraf makinesi sokmak yasak. Büyük bir kısmı 1947 yılında inşa edilen müzenin içerisinde kopt sanatının en güzel koleksiyonları bulunuyor. Müzenin özenle bezenmiş tavanları, pencereleri, bahçe avlusu, Çocuk İsa'yı emziren Meryem Ana tasvirleri, Kopt dokumaları ve Koptların 1600 yıllık Davud'un Mezmurlar Kitabı görülmeye değer. Kopt Müzesi'nden sonra sırada Bakire Meryem'e adanmış olan Sarkan Kilise var. Bu kilise, Babil'in Su Kapısı'nın üstüne yapıldığı için " Sarkan " Kilise olarak anılıyor. Kilisenin özellikle ön cephesi görülmeye değer. İkiz çan kuleleri bulunan kilisede cuma ve pazar sabahları halka açık ayinler yapılıyor. Ayrıca kilisenin içerisindeki fildişi kakma desenlerle süslü Mabet Panosu'nu da görmeyi sakın unutmayın.

Koptik Kahire'den ayrılarak tekrar İslami Kahire'ye doğru yol aldık. Orada gideceğimiz yer belli, biraz daha alışveriş yapmak için Kahire'nin ünlü Khan El - Khalili çarşısına gittik. Bize buranın İstanbul'daki Kapalı Çarşı'nın bir benzeri olduğu söylenmişti. Bu çarşı birkaç tane hanın çevresinde gelişmiş ve kapalı bir alan değil. Oldukça kalabalık bir çarşı. Açıkçası bana biraz Mahmutpaşa - Eminönü çarşıları gibi geldi. Ama turistik olduğu için biraz daha pahalı. Mısır'a gitmeden önce en çok söylenen şey sıkı pazarlık yapmamız, satıcıların söylediklerinin 1 / 10'u kadar fiyat teklif etmemiz ve eğer istediğimiz fiyata inmiyorlarsa da almak istediğimizi almadan oradan çıkmamızdı. Muhakkak kolumuzdan çekip tekrar pazarlığa başlayacakları ve sonunda kendi istediğimize yakın bir fiyattan o şeyi satın alabileceğimizdi. Biraz kısıtlı bir vaktimiz olduğundan çok hızlı gezdik dükkanları. Açıkçası bize söylenenlerin hiçbiriyle karşılaşmadık. Evet , fiyat düşüren oldu ama almıyoruz dediğimizde bizi geri çağıran olmadı. Hatta bir satıcı " siz Türksünüz diye bu kadar yüksek fiyat söylüyorum. Ne de olsa siz daha düşük fiyat söyleyecek, pazarlığınızı yapacaksınız " bile dedi. Pazarlık yapmak Mısır'da ticaretin içerisinde olan doğal bir şey. Ama bizler pek bu tarz pazarlıklara alışık olmadığımız için mi bilmiyorum birsüre sonra çok sıkıldım ve bunaldım. Hatta biraz sinirlendiğimi bile söyleyebilirim. Sonuçta birkaç parça şey satın aldık bizce uygun fiyatlara. Ama aldıklarımızı daha ucuza bulabileceğimiz yerlerin de olduğunu biliyorum. Yine de üzülmüyorum. Bizim pazarlık yetimiz bu kadarına yetti çünkü.


Khan El - Halili çarşısından sonra içeriye giriş saatinin geçtiğini bilmemize rağmen Sakkara'ya gittik. Burada Firavun Coser'in Kademeli Piramiti bulunuyor. Saat 16.00 gibi giriş kapandığı için uzaktan bakabildik. Oldukça geniş bir alandan bulunan piramitin çevresinde de pek çok görülmeye değer yer olduğunu okuduk. Bu bölge , Kahire'deki diğer bölgelere nazaran çok fazla yeşil. Zizou'dan aldığımız bilgiye göre bu bölgede yaklaşık 3 milyon palmiye ağacı varmış. Şöyle bir etrafa bakınca buna inanmamak mümkün değil aslında. Buraya gelmek için kullandığımız yolun ortasından oldukça pis bir kanal geçiyor. Ama kanalın içerisinde çocuklar ya da yetişkinler görmeniz mümkün. Burada iki Mısırlı kadın ve bir çocukla sohbet etme fırsatı bulduk. Fotoğraflarını da çektim ama tabiki bahşişlerini verdikten sonra. Dönüş yolunda gördüğümüz insan ve hayvan manzaraları çok ilginç geldi bize, hatta biraz uzak. Şehirde yaşayan insanlar olarak bu görüntüleri çok uzun zamandır görmüyoruz belki de ondandır. Burası da ülkenin fakir yerleşim bölgelerinden birisi belli ki.


Günün son gezisi tekrar Gize Piramitleri'ne oldu. Akşam yapılacak olan ses ve ışık gösterisini tam karşısındaki Pizza Hut'tan izlemeye gittik. Bir önceki yazımda bahsettiğim gibi kayda değer bir şey yok ama yine de insan merak ediyor. Yaklaşık 1.5 saate yakın sürüyor gösteri. Biz 45 dakika kadar izledik. Sonra taksici için ayırdığımız paranın dışında kalan son paramızla Pizza Hut'ın yanındaki Khan El - Halili Market'ten alışveriş yaptık. Burada da fiyatlar oldukça yüksekten açıldı. İstediğimiz 2 tane biblo vardı. Tanesine 150 Mısır Pound'u dedi ve nihayetinde ikisini 150 Mısır Pound'una aldık. Aslında buradaki ürünler ve bu ürünlerin fiyatları Khan El - Halili Çarşısı ile hemen hemen aynı. Sizin için de bir alternatif olabilir ama pazarlığı sakın elden bırakmayın. İnmiyorsa da almadan gidin.


Ve sonunda otelimize döndük. Otele geldiğimizde Zizou'dan rica ettik ve onun mp3 player'ındaki arap müziklerini kendi bilgisayarımıza aktardık. Yine yorucu ama dolu dolu ve çok güzel bir gün geçirdik. Zizou ile anlaşmamız 150 Mısır Pound'u ödeme ve 10 Mısır Pound'u şöföre bahşiş şeklindeydi. Ama biz fazlasıyla memnun kaldığımız için kendisine 200 Mısır Pound'u yani yaklaşık 50 TL sı verdik. Ki bu parayı İstanbul'da sadece uzak bir mesafeye gidişe ödüyoruz.  Bize üstünü vermeyi teklif etti. Bu da burada en çok şaşırdığımız şeylerden biri oldu. Mısır'da pek para üstü verme alışkanlığı yok. Genelde bozuk yok diyorlar. Sizlere biraz da Zizou'dan bahsetmek istiyorum. Ne de olsa kendisine bu konuda söz verdik. Asıl adı Abd El Aziz Hamed ama kendisi sıkı bir Zinedine Zidane hayranı olduğu için Zizou lakabını kullanıyor. Kullandığı taksi turist taksilerine göre pek konforlu değil ama yerel taksilerden çok daha iyi. Bu arada Mısır'da Fiat'ın kuş serisi araçlarından Şahin ve Doğan modeli ile Murat 131 model arabaları çok fazla görebilirsiniz, sakın şaşırmayın. Biz duygulandık bile. Zizou'ya arkadaşlarımıza kendisinin numarasını vereceğimize dair söz verdik. Ve gerçekten de Kahire'ye gidecek olanlara onu rahatlıkla tavsiye edebiliriz. İlgilenenler için Zizou'nun telefonu: 0101978182 ya da 0161839130.


Ertesi sabah erkenden 3 saate yakın bir yolculuk yaparak İskenderiye'ye gittik. İskenderiye Akdeniz kıyısında yer alıyor. Tipik bir akdeniz şehri ama Mısır'ın etkileri burada da görülüyor. Şehrin yaklaşık 20 km lik bir sahil şeridi bulunuyor. Mısır'ın ikinci en büyük kenti. Büyük İskender tarafından kurulan şehir zamanında Roma ile rekabet edebilecek kadar gelişmiş bir şehirmiş. Zamanla bu önemi kaybolmuş olsa da hala içerisinde bu geçmişi görebilirsiniz. Yaklaşık 2 saat kaldığımız İskenderiye'de öncelikle görülmesi gereken yerle İskenderiye Kütüphanesi, Muntaza Sarayı, Yunan - Roma Müzesi ve yıkılan İskenderiye Feneri'nin yerine inşa edilen Kayıtbay Kalesi. İzmir'in 40 - 50 sene önceki halini anımsatan İskenderiye şimdilerde tipik bir liman şehri konumunda. Deniz genellikle dalgalı ve haremlik selamlık anlayışı burada da hakim olduğu için denize giren sayısı az. Hatta tramvaylar da ön vagonda kadınları, arka vagonda erkekleri görürseniz sakın şaşırmayın. Karı kocanın nasıl anlaştıklarına gelince; kendi aralarında oluşturdukları bir çeşit ıslıkla. Türkiye'ye dönüşümüz İskenderiye'deki Burg - El Arap Askeri Havaalanı'ndan oldu. Yine saatlerce bekleyeceğimizi düşünürken kolayca işlemlerimizi halletmek çok şaşıtıcı oldu. Kötü başlamıştık ama güzel bitirdik.


Uçak kalktıktan sonra bakabilirseniz camdan aşağıya muhakkak bakın derim. İlginç ama çok güzel görünüyor sahil şeridi. Aşağıda görünen kırmızı renkteki kocaman gölün ne olduğunu düşünerek uzaklaştık oradan. 1 hafta sürdü bu gezimiz. Giderken çok uzun bir süre diye düşünüyordum. Dönerken de keşke birkaç gün daha kalabilseydik dedim. Bizim hikayemiz bu kadarmış demek ki. Ama ilk fırsatta bir kez daha görmek istiyoruz Mısır'ı. Bu gezi öncesi Dost Yayınevi'nin çıkarmış olduğu Mısır gezi rehberi kitabını almıştık. Önce fiyatı pahalı gelmişti ama oradayken ve döndükten sonra bu kitabın kıymetini çok daha iyi anladık. Mısır'a gitmeyi düşünenlere tavsiye ederim. D-R Kitabevlerinde 42.50 TL'ye bulabilirsiniz.

Çok uzun ve gizemli bir tarih yatıyor orada. Çok güzel ve etkileyici bir doğal akvaryum var orada. Söylenebilecek tüm olumsuzluklara rağmen kendisine hayran bıraktıran bir ülke Mısır. Onu görebilen ve onu bir nebze de olsa yaşayabilen şanslı insanlardan olduğumuzu düşünüyorum.

Sizin de bu şanslı insanlardan biri olmanız dileğiyle...

Kahire'de İlk Gün ...

Kahire ... Gitmeden önce yaptığımız tüm araştırmalarda hep aynı şeyleri okuduk ya da duyduk onunla ilgili. Özellikle Sharm El Sheikh'ten sonra orada nasıl zaman geçireceğimizi düşünmüştük. Oysa dolu dolu geçirdiğimiz iki günün sonunda sevdik Kahire'yi. Hatta bir - iki gün daha kalabilmeyi istedik orada.

Kahire, oldukça büyük ve kalabalık bir şehir. Kahire'nin soldan sağa uzunluğu 240 km ve şehrin nüfusu yaklaşık 22 milyon. Şehir 5 ayrı bölgeden oluşuyor. Gize ve Heliopolis bölgeleri kent merkezinin dışında yer alıyor. İslami Kahire denilen bölge, şehrin en dikkat çekici bölgesi. Cezire ve Roda Adası ise Nil Nehri'nin şehre kazandırdığı güzelliklerden bir tanesi. Ve Eski Kahire (Koptik Kahire ) denilen bölge ise camilerin - sinagogların ve kiliselerin bir arada bulunduğu yer olarak ilginizi çekebilir.

Sharm El Sheikh - Kahire arası yaklaşık 500 km. Kahire'ye gelebilmek için Süveyş Kanalı'ndaki tünelden geçmek gerekiyor. Tünelin uzunluğu ise 3 km. Tünele girmeden önce çölün ortasında giden gemileri görmek fazlasıyla şaşırtıcı. Onlar üste yol alırken siz aşağıda tünelde yol alıyorsunuz. Mısır'da hala bir şehirden diğerine geçerken polis kontrolü var. Geçiş yapabilmek için gerekli evraklara almanız gereken imza sayısı ise 30'un üzerinde. Tur ile gittiğimiz için bu kontrollerden oldukça rahat geçtik. Yol boyunca 2 ayrı yerde mola verdik ve her ikisi de gerçekten kötü ama enteresandı. Düğün salonu görünümlü restaurant ve Süveyş Kanalı'nın tarihini anlatan yazı ve fotoğraflar ilgi çekiciydi. Turdaki insanların büyük bir iştahla kebapları yemeleri ise bizim için hayret verici oldu.

Kahire'ye akşam saatlerinde geldiğimiz için meşhur trafiğinden nasibimizi aldık malesef. İstanbul'daki de trafik mi diyebiliyorum artık. Kahire'deki ilk durağımız Enver Sedat'ın Anıt Mezarı oldu. Bu anıt mezar resmi ziyaretlerde ilk gidilen yermiş, bir nevi ülkemizdeki Anıtkabir gibi oluyor.  Otelimiz Gize Bölgesi'nde olduğu için Piramitlere çok yakındı. Akşam yemeğimizi Mısır'ın meşhur restaurantlarından Felfela'da yedik. Tercihimiz bildik bir yemek olan Hamburger'den yana oldu ama karşımıza gelen şey bildiğimizden biraz farklıydı: Oldukça kalın ve lezzetli bir hamburger köftesi. Restaurant'ın çıkışında piramitlerin bir kısmını görme şansına sahip olabiliyorsunuz.


Otelimiz 4 yıldızlı Piramit Wiev Otel idi. Oldukça yeni bir otel olması ( ? ), odalarının kullanışlı, rahat olması, uydu tv sisteminde arap kanalları ve uluslararası haber kanallarının yanısıra tek Türkçe kanal TRT1 olması  dışında kötü bir oteldi. Bu otelde kahvaltı bile edemedik. Yemek için istediğimiz peynirlerin tabak yerine çalışanın kollarına dizili olarak gelmesi ve bu peynirleri elleriyle tabaklara servis yapması yememek için en net sebep oldu bizim adımıza. Kahire'de de tur şirketinin düzenlediği hiçbir ekstra tura katılmayacağımız için saat 08.00' de taksiyle kendi turumuza başladık. İlk görülmesi gereken yer Mısır Piramitleri tabiki. 10 Mısır Pound'una gidebileceğimiz piramitlere taksi şöförünün polise vereceği 5 Mısır Pound'u rüşveti ekleyince 15 Mısır Pound'una gittik. Böylece rehberimizin söylediği ve bizim de gitmeden önce öğrendiğimiz bilgi yani burada işlerin rüşvet ve bahşişle döndüğü gerçeği ile karşılaşmış olduk.

Piramitler... Dünya'nın Yedi Harikası'ndan ayakta kalan tek yapılar: Büyük Piramit, Kefren Piramidi, Mikerinos ( Menkaure ) Piramidi, hemen onun yanındaki üç küçük Kraliçe Piramitleri ve Gize Platosu'nun bekçisi olan aslan biçimli Sfenks. İnsanoğlunun elleriyle yaptığı bu yapıları görmek ve onlara dokunmak oldukça heyecan vericiydi. Belki estetik anlamda bir şey yok ortada ama sonuç gerçekten de kusursuz olmuş bence. Piramitler geniş bir alanda yer alıyor. Yürüyerek hepsini yakından görme şansınız olabiliyor. Hatta her üçünü de bir arada görmek için yüksekte bir platoya kadar da yürüyebiliyorsunuz. Ama tabiki yürüdüğünüz yerler çöl. Yürümem derseniz deve ya da eşeklere binebilirsiniz. Zaten siz istemeseniz de her yerde onları görmeniz mümkün. Mısır'a gitmeden önce bize söylenen şeylerden biri de piramitlerde karşılacağımız can sıkıcı şeylerdi. Sürekli bir şeyler satmak ve fotoğraf çektirmek  isteyen ya da deveye binmemiz için bizi bunaltan insanlarla karşılacağımızı düşünürken gördüklerimiz bizi fazlasıyla mutlu etti. Evet, böyle kişiler her yerde vardı ama inanın ülkemizde böyle kişilerle çok sık karşılaşmışızdır. Açıkçası fazla rahatsız edilmedik.
 


Piramitlerin içerisine girip firavun odasını ve büyük dehlizi görebilirsiniz.  İçerisinin epey küçük olması, girdikten sonra geri dönme şansımızın olmaması ve piramitlerin içerisinden çıkarılanların Kahire Müzesi'nde sergileniyor olması nedeniyle biz girmemeyi tercih ettik. Piramitlerle birlikte çektirdiğimiz komik ve ilginç fotoğraflar bize dinlenme fırsatı yarattı. Uzun bir yürüşten sonra Kefren Piramidi'nin hemen aşağısında bulunan Sfenks'e ulaşabilirsiniz. Bu yürüyüş sırasında Büyük Piramit'in güneyinde bulunan Güneş Teknesi Müzesi'ni göreceksiniz. Sfenks'in hemen önünde Sfenks Tapınağı'nın kalıntıları bulunuyor. Piramitlere girişin bedeli yetişkinler için 60 Mısır Pound'u, öğrenciler için ise 30 Mısır Pound'u. Sahip olduğunuz öğrenci kimliğini göstermeniz yeterli. Piramitlerde akşamları da ses ve ışık gösterileri oluyor. Çok fazla kayda değer bir şey yok aslında ama yine de insan merak ediyor. Yine yaptığımız araştırmalar neticesinde piramitlerin tam karşısında Pizza Hut olduğunu öğrendik. Hem pizzaları lezzetli, hem personeli güler yüzlü hem de terası var. Buradan rahatlıkla hem pizzanızı yeyip hem de gösteriyi seyredebilirsiniz. Ama tabiki bu seyrin ufak da olsa bir bedeli var: orada çalışanlara vereceğiniz bahşişler.

Piramitleri fotoğraflarda hep çölün ortasında görmüştüm. Etrafında hiçbir şey yoktu. Oysa gözlerimle gördüğüm piramitler şehrin hemen yanıbaşında ve biz karşısında pizza yiyebiliyoruz. Eğer bu dış etkenleri gözardı edebilir ve görmezden gelebilirseniz, piramitler sizi etkisi altına alabilir diye düşünüyorum. Ama yine de çok büyük beklentilere sahip olmayın.

Günümüzün yarısını piramitlere ayırdıktan sonra kalan yarısı için Kahire kent merkezindeki Kahire Müzesi'ne doğru yola koyulduk. Yaklaşık 20 dakikalık bir yolculuk için ödediğimiz tutar pazarlıkla 25 Mısır Pound'u yani 7,-TL. Bizi müzeye götüren taksici Abd El Aziz Hamed nam-ı diğer Zizo ile  ertesi gün için anlaştık. Zaten yol boyunca bize kısa bir panoramik şehir turu da attırdı Zizo. Gayet yeterli ingilizcesi ve sempatikliği ile gönlümüzü kazandı açıkçası.


Kahire Müzesi... Aslında orada değil yarım gün epey uzun bir zaman geçirebilirsiniz. Ama bizim gibi zamanınız kısıtlı ise biraz daha sıkıştırılmış bir tur yapmak zorundasınız. İki kez yer değiştiren müze 1902 yılında kendisi için yapılan bu binaya geçmiş. Dışarıdan oldukça dikkat çekici görünen binanın içi biraz karanlık ve havasız. Müzeye giriş yetşkinler için 60 Mısır Pound'u, öğrenciler için de 30 Mısır Pound'u. İçeriye kamera ve fotoğraf makinesi  sokulması yasak. Girişte özel bir yere bırakabiliyorsunuz. Merak etmenize gerek yok, biz bıraktıklarımızı aynen geri aldık çıkışta. Müze 2 katlı ve oldukça büyük. İçerisinde 120.000'den fazla parça sergileniyor. Bodrumda ise 150.000 civarında eserin tutulduğu söyleniyor. Müzenin giriş katında sergilenenler belli bir kronolojik sırayı izliyor. Burada Eski, Orta, Yeni Krallık dönemi ile son döneme ait parçalar sergileniyor. Orta bölümde ise büyük anıtsal heykelleri görebilirsiniz. Üst kattaki parçalar ise konularına göre düzenlenmiş.


Burada özellikle görmeniz gereken yerler arasında Tutankhamon'un Galerileri, Firavun Mumya Salonu, Ka-Aper Heykeli ve Amarna Salonu bulunuyor. Firavun Mumyaları'na ait iki tane salon var, her iki salonda da 12 adet mumya var. Bu salonlara giriş bedeli yabancı yetişkinler için 100 Mısır Pound'u iken Araplar için bu tutar 10 Mısır Pound'u. Aynı şekilde yabancı öğrenciler için giriş bedeli 60 Mısır Pound'u iken Arap öğrenciler için bu ücret 5 Mısır Pound'u oluyor. Bizlerden çok da bir farkları yok malesef anlayış olarak. Firavun salonlarında en çok dikkat çeken ve bilinen mumya II. Ramses'in mumyası. Sarı saçlarından kalanlar bizi oldukça şaşırttı. Firavun mumyalarının dışında ücretsiz gezebileceğiniz hayvan mumyalarının bulunduğu odayı da görmeyi unutmayın. Tutankhamon'un altın maskı oldukça rağbet görüyor müzede. Sonuçta çocuk firavunun mezarından çıkarılan 1700 parçadan bir tanesi bu mask. 




Biz müzede yaklaşık 4 saat zaman geçirdik. Belki bir 4 saat daha geçirebilirdik. İçeride görülecek çok fazla şey var çünkü. Müzeden sonra yine yürüyerek Nil Nehri'nin kenarına geldik. Nil Nehri'nin kolları şehrin merkezinde adaların oluşmasına sebep olmuş. Bunlardan biri de Cezire Adası. Buraya gitmek için köprülerden birinden geçmeniz gerekiyor. Bizce en güzeli ve kısası yolun her iki başından da arslanların bulunduğu Tahrir Köprüsü. Bu köprüden geçerek Kahire Kulesi'ne daha çabuk gidebilirsiniz. Cezire adasına bu köprüden geçtikten sonra Novotel'in önünden ilerlerseniz Kahire Kulesi'ne giden güzel ve yeşil sokağa ulaşabilirsiniz. Kahire Kulesi'nin yüksekliği 185 metre. Kentin düzlük olduğunu düşünürsek buradan görülebilecek manzaranın güzelliğini belirtmeye gerek yok sanırım. Hele bir de akşam üstü günbatımına yakın bir saatte çıkarsanız bizim gibi değmeyin keyfinize. Ama tabiki şehrin üzerindeki toz bulutları ne kadarını görmenize izin verir bilemiyorum. Kule, kafes biçimli ve tüp şeklinde inşa edilmiş. Asansörle çıkıp ardından iki katı merdivenle çıkmanız gerekiyor. Merdivenler oldukça dar sayılır ama çıkmanıza değer. Kuleye çıkış 70 Mısır Pound'u. İstediğiniz kadar kalabileceğiniz kulede bir de cafe bulunuyor. Ancak cafeye giderseniz kişi başı minumum 30 Mısır Pound'u ödeme zorunluluğu bulunuyor.


Oldukça uzun ve yorucu bir gün geçirmemize rağmen güneş battıktan sonra Nil Nehri'nin ve kentin ışıklı halini görmemek ve akşam yemeği yememek olmazdı. Kentin en bilinen meydanlarından Tahrir Meydanı'na ulaştıktan sonra buradan Talaat Harb Caddesi'ne doğru ilerleyebilirsiniz. Bu cadde üzerinde Felfela Restaurant'ın fastfood kısmı var. Ama burayı geçtikten hemen sonra sağdaki ara sokakta asıl Felfela Restaurant'ı görebilirsiniz. Burada otantik Mısır yemeklerini yiyebileceğimiz söylense de biz yine Beefburger yemeyi tercih ettik. Mısır halkı oldukça yardımsever ve ilgili ama bunun altında muhakkak bir şey yatıyor, bunu sakın unutmayın. Bir Mısırlı'ya adres sorduğumuzda bizi neredeyse oraya kadar götürdü ama bu arada onun dükkanının önünden geçiyor olmamız bir tesadüf değildi. Laf cambazlığıyla bizi oturtup bir şeyler satmaya çalışması Kahire'deki ilk tufaya düşüşümüz oldu. Ama başarılı olmadığını belirteyim.


Akşam yemeğinden sonra yine yürüyerek Nil Nehri kenarına geldik. Amacımız sadece üçümüzün binebileceği bir felluka ( motorsuz küçük yelkenli ) kiralamak ve şehre Nil Nehri'nin ortasından bakmaktı. Amma velakin fellukaların yerine biraz büyükçe, kalabalık ve çok yüksek sesle Arap müzikleri çalan teknelerle karşılaştık. En sonunda otelimize dönmeye karar verdik. Ne de olsa yarın da uzun ve yorucu bir gün bizi bekliyordu.


Ramses Hilton Oteli'nin önünde bir taksi durdurduk, daha doğrusu taksi durdu. Otelden çıkarken yanımıza otelin adresini gösteren kartı almıştık ( iyiki almışız ). Pazarlıkta anlaştık ve yola koyulduk. Bir süre sonra başka bir taksiciye Arapça bir şeyler söylediğini duyunca anladık ki otelin yerini bilmiyor. Ama artık çok geç kalmıştık. Bir müddet sonra otelimizin tepesindeki kırmızı ışıklandırmayı gördüm ve geldik diye düşünürken taksici başka birine daha sordu ve bir anda, ne olduğunu anlamadan kaybolduk. Bizce kaybolduk aslında, taksici gideceği yerden emindi çünkü. Bizi 3 ayrı otele götürdü. Bu otellere giderken ve nihayetinde kendi otelimize gelirken geçtiğimiz yolları hatırlamak dahi istemiyorum. Sadece ıssız ve karanlık olduğunu söylemem yeterli olur sanırım. Sonuçta yaklaşık 40 - 45 dakikalık bir yolculuktan sonra kendi otelimize ulaştık. Ve tabiki taksici bizden anlaştığımızdan çok daha yüksek bir tutar istedi. Kabul etmeyince bağırdı çağırdı, haram dedi ama parayı alamayınca son sürat gitti. Kahire'deki ikinci tufaya düşüşümüz de böyle oldu. Kahire'de yerel ve turistik olmak üzere iki türlü taksi var. Siyah renkte ve yıkık dökük olanlar yerel taksiler ve çoğu yeri bilmiyorlar. Bizim taksi de bunlardan biriydi. Bir de siyah beyaz damalı taksiler var. Gittiğinizde kafanız ve bedeniniz rahat bir şekilde gezmek istiyorsanız bu taksileri kullanmanız gerekiyor.

Kahire'de ilk günümüz yorucu ama kesinlikle etkileyici, eğlenceli ve maceralı geçti. Vücudumuza yapışan çöl kumu bile artık bizden bir şey oldu. Bugünün etkisiyle yarının heyecanını akşamdan duymaya başladık diyebilirim...

Kahire'de ikinci günün şerefine...

9 Mart 2010 Salı

Sharm El - Sheikh ( Şehrin Bahçesi )

Mısır... Son birkaç aydır çok istiyorduk oraya gitmeyi. Bir türlü ayarlayamadık derken 27 Şubat - 6 Mart haftası Pronto Tur ile Sharm El Sheikh - Kahire - İskenderiye turuna çıkabildik. Oldukça uzun, yorucu ama bir o kadar da harika bir tatil ve keşif oldu bizim için. Unutulmayacaklar listesinde şimdiden bir numara .

Uçaktan indiğimiz andan itibaren başlayan sabırsızlığımız pasaport kontorlünde yerini sinir ve gerginliğe bıraktı. Yapılan açıklamaya rağmen hiçbir şekilde anlam veremediğimiz ve mantıklı bulmadığımız bir uygulama ile karşılaştık. Öncelikle pasaport kontrol öncesi küçük bir formu doldurmanız gerekiyor. Bu form olmadan geçemiyorsunuz. Bize söylenene göre 20 - 40 yaş arası insanlar burada özel bir muamele görüyor ve hiçbir açıklama yapılmaksızın bekletiliyor. Açıkçası yeşil pasaportu olanlar ve yaşlılar çok rahat geçerken bizler ayakta bekletilmeye maruz kaldık. İçeri gidip gelen pasaportlar yaklaşık 2 saat sonra sahiplerine kaşelenip teslim edilebildi. Otobüste yaşlı insanları bizi alkışladığı anı şu anda gülümseyerek hatırlıyorum.



Turumuzun ilk durağı Kızıldeniz'in kenarında bulunan ve denizindeki rengarenk mercanları ve balıklarıyla ünlü olan Sharm El Sheikh oldu. İstanbul'dan uçakla yaklaşık 2 saat 30 dakika sürdü yolculuğumuz. Uçaktan gördüğümüz manzara merakımızı daha da arttırtı açıkçası. Bir tarafı çöl ve dağlık diğeri tarafı ise turkuaz renginde ve ışıltılı bir deniz. Panaromik şehir turundan sonra Sharm havaalanına çok yakın olan 4 yıldızlı Gardenia Otel'e yerleştik. Otel 4 yıldızlı olmasına rağmen kalite anlamında 3 yıldızlı diyebilirim. Odaları oldukça büyük, personeli güler yüzlü ( ki bu güleryüz orada her zaman var ) ama yöreye has o ağır koku restaurantına hakimdi.


Sharm'daki ilk günümüz biraz hayal kırıklığı ile başladı. Tüm günü denizde geçirmeyi planlamıştık ama rüzgar ve dalgalar buna izin vermedi. Biz de tercihimizi çölde yapacağımız ATV Moto Safari turundan yana kullandık. Her ne kadar başlangıçta grubun tersine doğru yola koyulmuş olsam da ilk kez ATV kullanan biri için fena sayılmadığımı düşünüyorum. Biraz tozlu ve sarsıcı bir tur olsa da hepimiz için güzel ve eğlenceli bir deneyim oldu. Bu arada gittiğimiz tur şirketinin iki kişilik motordan 50,-EUR aldığı bu safari için biz yerel bir tur acentası ile anlaştık ve bize maliyeti 120 Mısır Pound'u oldu.


Sharm El Sheikh'te asıl hayat Naama Bay denilen bölgede. Tüm casinolar, büyük oteller ( Marriot, Hilton, Novotel gibi ) eğlence mekanları ( Little Buddha, Pascha, Hard Rock Cafe gibi ) ve restaurantlar bu bölgede bulunuyor. Burada en kolay ve rahat ulaşım aracı taksiler. Onlarla baştan pazarlık yaparak istediğiniz her yere gidebiliyorsunuz. Biz biraz acemilikten olsa gerek her seferinde 35 Mısır Pound'una yolculuk ettik. Bu arada 1 Amerikan Doları = 5.50 Mısır Pound'u yapıyor. Oldukça uzun mesafeleri bu fiyata gidebilmek de aslında gayet iyi sayılır.


İlk gece Naama Bay bölgesini tanıma ile geçti sayılır. Geçen sene buraya gelen arkadaşlarımız sayesinde bu tanıma kısmı oldukça kısa sürdü. Sharm El Sheikh'in ne kadar popüler ve kalabalık bir yer olduğunu açıkça görmüş olduk ilk gecemizde. Renkli  restaurantları, hareketli Arap müzikleri ve dans eden Mısırlılar sayesinde sokakları bile eğlenmeniz için yeterli.


Ve bizim için büyük gün... Sharm El Sheikh'in en güzel tarafı, denizi, denizdeki rengarenk mercanları ve balıkları. 5 kişi deniz bisikleti kiralayıp, cam dipli teknelerin dolaştığı yerlerde bu güzellikleri görmeye karar verdik. Cam dipli teknelerin dolaştığı koy, Gafy Resort Otel'in sahili. Burası Mc Donalds'ın hemen karşısında. Deniz burada oldukça derin ve bol miktarda mercan bulunuyor. Zaten bu koy aynı zamanda sualtı milli parkı. Burada şezlongların fiyatı 25 Mısır Pound'u. 2 saatlik deniz bisikleti kiralama bedeli 150 Mısır Pound'u yani yaklaşık 40,-TL. Gördüklerimiz ve bunlar karşısında hissetiklerimiz, duyduğumuz heyecan ve aldığımız zevk her şeye değdi diye düşünüyorum. Kızıldeniz'in aslında doğal bir akvaryum olduğuna eminim. Şnorkel ve paletlerimizi takıp kendimizi suya bıraktığımızda denizin içinde ve dibinde gördüklerimiz pek de kelimelerle anlatılacak gibi değil. İrili ufaklı ve renkli balıklar, yine her tarafta gördüğümüz renkli mercanlar tek kelimeyle muhteşemdi. Ayrıca Kızıldeniz'in oldukça ılık bir suya sahip olduğunu da belirtmeliyim.


Böyle harika bir günün akşamı yemek tercihimizi Mısır'ın meşhur balık restaurant'ı Kan Zaman Fish Market'ten yana kullandık. Farklı balıklar içerisinden Levrek balığına benzeyen bir balık yemeyi tercih ettik. Balığın tadı güzel olmasına rağmen üzerine döktükleri sos bizi hayal kırıklığına uğrattı. Sosun hem tadı hem de kokusu pek bizim damak tadımıza göre değildi. Bu gün doğum günüm olduğu için olsa gerek eğlence mekanı olarak Hard Rock Cafe'yi tercih ettik. Mekanın girişinde küçük bir satış mağazası bulunuyor. Oldukça uygun fiyatlara güzel t-shirt - sweatshirt ya da küçük aksesuarlar alabilirsiniz. Mekan oldukça geniş, havalandırması mükemmel, çalınan müzikler ise muhteşem. Girişte elinize basılan ve kolay çıkmayan damga dışında hiç bir sorun yok. Fazlasıyla eğlendiğimizi söyleyebilirim. Hard Rock Cafe'ye giriş 120 Mısır Pound'u. Kapı önünde giriş bileti + bir adet içki + satış mağazasında %20 indirimi kapsayan biletleri 75 Mısır Pound'una aldık biz. Oralarda böyle satıcıları ( otel animatörlerini ) görmeniz mümkün.


Sharm' da öğlen yemeklerini Mc Donalds'da yedik. Oldukça uygun fiyata, çok leziz Big Mac yiyebildik. Özellikle patates kızartması çok lezizdi. Aslında buranın patatesinin çok leziz olduğunu düşünüyorum. Otelde yiyebildiğimiz yegane şey patates oldu çünkü. Sharm El Sheikh'teki son günümüzü de muhteşem denizde, rengarenk balıklar ve mercanlarla geçirdik. Hepimizin için gerçekten de inanılmaz bir deneyim oldu. Bir dahaki sefere burada tüplü dalış yapmayı kafamıza koyduk diyebilirim. Tüplü dalışı daha önce hiç yapmadığımız için Ras Mohammed Ulusal Sualtı Parkı'na gitmedik. Orada 5 ayrı renkte mercan görme şansına sahip olabilirsiniz ama tüple dalmanız gerektiğini unutmayın. Ayrıca tur şirketinin bu tur için 60,-EUR fiyat biçtiğini ama yine yerel bir acenta ile bu turu pazarlık yaparak 150 Mısır Pound'una gerçekleştirebileceğinizi belirteyim. Tecrübeli arkadaşlarımız sayesinde gittiğimiz tur şirketinin hiçbir ekstra turuna katılmadık. Turun bitiminde de ne kadar doğru bir karar verdiğimizi gördük.


Son akşam yemeği tercihimizi de Pizza Hut'tan yana kullandık. Türkiye'de hiç bir Pizza Hut' ta bu kadar lezzetli pizza yediğimi hatırlamıyorum. Hatta soğuk içeceklerinin de ülkemizdekilerden daha lezzetli olduğunu düşünüyorum. Mısır'a özgü ve 1897'den beri üretilen Stella bira ve Sakara bira, kutu bira boyunda Coca Cola veya Fanta marketlerde en çok dikkatimizi çeken içecekler oldu. Sharm El Sheikh'te Mısır'ın yerel sularının dışında Nestle ya da Aquafina marka kapalı sulardan bulabilmeniz mümkün. Yerli suların kuyu suyu olduğu söyleniyor. O nedenle biz bildiğimiz suları içtik.

Sharm El Sheik'hin daha sıradan ve açıkçası temizlik, eğlence ya da yaşam alanı olarak yetersiz denebilecek yeri Old Market denilen bölgesi. Burada Mısır'a özgü giyim tarzını görmeniz, yine Mısır'a özgü o ağır kokuyu duymanız ve insanı rahatsız edebilen satıcılarıyla karşılaşmanız çok normal. Biz 2 saate yakın dolaştık orada, çok farklı bir şey yok ama yine de görmenizi tavsiye ederim. Sharm El Sheikh, özel bir bölge konumunda. Mısır halkının buraya girmesi yasak. Ancak özel izinle bu bölgeye giriş yapabiliyorlar. Sanırım bunun en büyük nedeni yıllar önce yaşanan terörsit saldırı olsa gerek.

Rüya gibi bir üç gün geçirdik diyebilirim. Hani deriz ya " Tadı damağımda kaldı " diye, aynen öyle oldu bizim için. Ama yine de şanslı insanlardan olduğumuzu unutmuyoruz.

Bu güzellikleri sizlerin de görmesi dileğiyle...

Not: 1 haftalık Mısır seyahatimizin ikinci bölümü olan Kahire ve İskenderiye bölgesini bir sonraki yazımda paylaşacağım.