23 Aralık 2010 Perşembe

Filibe Köftecisi ve Turquazoo Akvaryum Ziyareti

Artık tüm hafta sonlarımız bir şekilde dolu geçiyor. Ya bir şeyleri yoluna koyma telaşındayız ya da bir yerleri keşfetme. Geçen hafta sonu bildik yerleri keşfetmiş olsak da eğlenceli ve lezzet dolu bir gün geçirdik. Yorulmadım mı, tabiki yine çabucak yoruldum...

Uzun zamandır Eminönü - Sirkeci taraflarında dolanmamıştım. Asıl amaç yılbaşı piyango biletini Nimet Abla gişesinden almak olsa da yanında yaptıklarımız güzel oldu. Önce hızlıbir şekilde Şark Han ve Havuzlu Han ziyareti yaptık. Açıkçası her iki ziyaret de tam bir fiyaskoydu. Çok uzun olmasa da kuyrukta bekleyip milli piyango biletlerimizi çektik. İlk çektiğim bileti içerisinde ziyadesiyle sıfır olduğu için iade ettim. Gişedeki arkadaş " al abla, kısmet geri verilmez " demiş olsa da iade ettim. Şimdi pişman mıyım: Hayır. Peki 1 Ocak 2011'de pişman olur muyum: Umarım olmam...






Aslında çok fazla gezmemiş olmamıza rağmen acıktık.Tabiki gideceğimiz yer önceden belliydi: Sirkeci'deki Meşhur Filibe Köftecisi. Sirkeci Tramvay durağından Cağaloğlu'na doğru çıkarken soldaki küçük mekan Filibe Köftecisi. İki katlı ve gerçekten de ufak bir yer burası. Köftelerin piştiği yere bakınca küçüklüğünü daha iyi anlıyor insan. Üst katı biraz daha ferah. Ama sandalye yerine taburelere oturacağınızı bilmenizi isterim. Köfte - piyaz ikilisi vazgeçilmezlerimden. Burada da aynı siparişi verdim. Köftelerin küçüklüğü mekanın küçüklüğüyle doğru orantılı mı bilmiyorum ama lezzeti kesinlikle taktir edilesi. Uzun zamandır böyle lezzetli köfte yediğini hatırlamıyorum. Piyaz için aynı şeyleri söyleyemeyeceğim. Fasulyeler fazla diriydi çünkü. Pencere kenarlarında bulunan sirke ile lezzetli hale getirebilirsiniz belki. Köftenin ardından günün tatlısını da yiyebilirsiniz tabiki. 
Mekan sahipleri oldukça sıcak ve güler yüzlü. Servis çabuk geliyor, ne de olsa ocak hiç boş kalmıyor. Mekanın fiyatları da uygun sayılır. Hani o lezzetten sonra ödemesini gözünüz görmüyor diyebilirim. Kısaca ilk fırsatta gitmelisiniz. Gittiyseniz, bir daha gitmelisiniz ...




Karnımız da doyduğuna göre artık gezmeye devam edebiliriz. Hedef Bayrampaşa'da Forum İstanbul  Alışveriş Merkezi'nde açılmış olan Turkuazoo Akvaryum'u ziyaret etmek. Daha önce gitmek istemiştik ama kişi başı 25 TL çok gelmişti gözümüze. Son dönemlerde oldukça yaygın olan indirim sitelerinden Grupanya aracılığıyla edindiğimiz indirimli biletlerle iki kişi 25,-TL 'na ziyaret ettik Akvaryum'u. Kapısında kuyruk yoktu ama içerisi çocuklarla doluydu. Akvaryum'u gezmeye başlamadan önce enteresan pozlar vererek hatıra fotoğrafı çektirebiliyor ve çıkışta da photoshoplanmış fotoğrafını ebatlarına göre 5-10 TL'ye alabiliyorsunuz.




Daha önce akvaryum gezmemiş biri olarak beni etkilediğini ve bazı noktalarda da heyecanlandırdığını baştan söylemeliyim. Özellikle tünelden geçerken çok heyecanlandım. Onlara dokunamamak sinir etti beni. Bazı balıklar çok şaşırttı beni, bazısı ürküttü. Ve bazısı da çok çirkin geldi. Kendisini sevdiren balık bile gördüm. Evet, sevdiriyordu kendisini...
Köpekbalıkları ürkütücü değil ama çok fazla dişlerine bakmamakta fayda var. Bazı balıkları görünce Sharm El - Sheik geldi aklıma. Ah ah, kimiyle beraber yüzmüştük ne güzel. Keşke içerisindeki mercanlar da gerçek olabilseydi ama değil. Kayıp Balık Nemo ve hafızası zayıf arkadaşı ile dolu olan akvaryum tek kelimeyle muhteşemdi. Sanırım çocukları en çok eğlendiren bölüm burası oldu. Ama çok sevimliler... İçeride flaşsız fotoğraf çekebiliyorsunuz. İsterseniz bazı balıklarla birlikte yüzebiliyorsunuz. Üç tarafı akvaryumla çevrili alanda oturup biraz huzur bulabiliyorsunuz.

Çıkışta hediyelik bir şeyler almak isterseniz alternatif bulunuyor. Fiyatlar da orta kararda diyebilirim. Girişte bu kadar çocukla nasıl gezeceğiz diye düşünürken çıkışta ilk fırsatta yeğenim Kaan Toprak'ı buraya getirmemin şart olduğuna karar verdim. Bayılacağına eminim.

Benim için yorucu ama hepimiz için eğlenceli bir gün geçirdik. Bakalım bu hafta sonu bizi neler bekliyor?

12 Aralık 2010 Pazar

Body Worlds Sergisi ve Pera Müzesi

Bugün gidelim yarın gidelim derken her iki mekandaki sergilerin de sonunu yakaladık. O kadar güzel gün dururken biz İstanbul'un en soğuk ve fırtınalı gününü seçtik. Ama şanslı olduğumuzu belirtmeliyim. Trafik sorunu hiç yaşamadık. Çok şaşılacak bir durum değil mi?

Programımızdaki ilk durak Karaköy'de Antrepo 3'te bulunan İstanbul Modern'deki Gunter Von HAGENS'in Body Worlds Orjinal Vücut Dünyası - Yaşam Döngüsü Sergisi'ydi. 11 Haziran'da açılan sergi malesef 18 Aralık'ta son buluyor. Bu nedenle henüz gitmemiş olanlar için çok az bir zaman kaldığını hatırlatmak isterim. Hafta içi ve Cumartesi günü 09.00 - 20.00 arası açık olacak olan serginin son günleri olması nedeniyle olsa gerek inanılmaz uzun kuyruklar var. Hani içeri girmenin bir dert olduğu mekanda dışarı çıkmak ayrı bir dert. Hafta sonu olduğu için çocukların çok fazla olduğu sergiyi gezmek biraz zahmetli açıkçası. Sergi ile ilgili detaylı bilgilere buradan ulaşabilirsiniz.

Sergi alanı umduğumdan daha küçük bir alana kurulmuş. Dolayısıyla beklediğimden daha az vücut görebildim. Hayvan vücudu olarak sadece at ve zürafa vücudu bulunuyor. Sergi, girişte Doğum Öncesi Gelişim ile karşılıyor insanı. Şu anki durumumdan mıdır bilmiyorum ama beni en çok etkileyen ve heyecanladıran bölüm burası oldu. Yaradanımızın gücünü ve mucizelerini anlamamız için fazlasıyla yeterli oluyor bu bölüm. Sonrasında gördüğümüz vücutlar ve organlar da bu farkındalığımızı perçinliyor resmen. Elinde baştan aşağı derisini tutan adam vücudu çok etkileyiciydi. Kan damarı yapılandırmaları, sigara içen bir insanın akciğerinin rengi, ülserli mide, kötü huylu tümöre sahip bir böbrek, sindirim sistemi, veremli akciğer, tümörlü beyin, kemik bozuklukları ve diğerleri ... Görülecek o kadar çok şey var ki. Ve İstanbul'a getirilmeyen diğer vücut ve organlar. Tek kelimeyle muhteşemdiler. Hani insan gördüğü derinin altında nasıl bir sistemin işlediğini merak ediyorsa mutlaka görmeli bu sergiyi. Ama biraz rahatsız etmedi de değil hani.
 
 
Bedenini bağışlayan insanlara teşekkür etmek ne kadar yeterlidir bilmiyorum ama hem hekimlere hem de biz diğer insanlara çok büyük bir iyilik yaptıkları kesin. Duvarlarda bulunan yazılar hem şaşıtcı gerçekleri bize öğretiyor hem de birazcık olsun bizlere mesaj veriyor. Belki biraz pahalı gelebilir kalabalık bir aile için ama mutlaka görülmesi gereken bir sergi. Ama çocuklar bu sergiyi ne kadar kaldırabilir bilemiyorum. Meraklı gözlerle bakanlar kadar dehşete düşen ve korkan çocukları da gördük.
 
 
Programımızdaki diğer sergi Pera Müzesi'ndeki Tivadar CSONTVARY'nin  " Macar Resminin Sıradışı Ustası " sergisiydi. 21 Ekim'de başlayan sergi bugün sona erdi.
 
 
Genel olarak beni çok etkilemeyen sergideki en dikkat çekici resim Mostar Köprüsü'nün resmi oldu.
 
 
Pera Müzesi'ne bu sergi için gitmiştik ama 4 Kasım'da başlayan " Çarlık Rusyası'ndan Sahneler: Rus Devlet Müzesi Koleksiyonu'ndan 19. Yüzyıl Rus Klasikleri " sergisini de gezdik.
 

St. Petersburg‘daki Rus Devlet Müzesi'nin zengin koleksiyonundan seçilmiş olan resimler; çalışma ve yoksulluk, çocukların dünyası, halk eğlenceleri, savaş ve ölüm ile kentsoylularını konu alan sahnelerle devrime kadar yaşamın her alanından kesitleri yansıtıyor. Oldukça güzel ve etkileyici olan sergi 20 Mart 2011 tarihine kadar sergileniyor.
 
Pera Müzesi'ne giriş 10,-TL ama isterseniz bir yıl boyunca ücretsiz olarak sergileri gezme hakkı veren Pera Kart'ı 20,-TL ye satın alabilirsiniz. Sergi bitiminde 2. katta bulunan Osman Hamdi Bey'in " Kaplumbağa Terbiyecisi " eserini görmemek olmaz.


Günümüzün mola ve yemek yeri ise Beyoğlu'nda, Yapı Kredi Kültür Yayınları'nın hemen arkasındaki çıkmaz sokakta bulunan Ara Cafe. Ara Güler'i her an görebileceğiniz ( ki biz görme şansına eriştik ) , Ara Güler fotoğraflarıyla dolu bir yer burası. Yer bulmak zor olabilir açıkçası. Fazla büyük bir mekan değil ama sıcak bir ortamı var. Yemeklere gelince... Biz Balkan Köftesi, Kış Salatası,Fesleğen Soslu Makarna ve Meksika Usulü Sıcak Çikolata'yı denedik. Balkan Köftesi, patlıcan püresinin üzerinde, iskender sosu ve yoğurt ile servis ediliyor. Sipariş sonrası yemeklerimizin gelmesi çok kısa sürdü. Sanırım bazı yemekler hazır, siparişe göre ısıtılıyor. Balkan Köftesi'ndeki köftelerde böyleydi. Kış Salatası, oldukça doyurucu ve leziz. Makarna için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Sıcak Çikolata ise tek kelimeyle muhteşem ama biraz fazla gelebilir. Fiyatlar Beyoğlu için pahalı sayılır.

Güzel bir günün tekrarı dileğiyle...

8 Aralık 2010 Çarşamba

Orta Avrupa'nın İncileri - Budapeşte 3. Bölüm

Artık Budapeşte'nin Buda tarafını keşfetme zamanı. Yani şehrin biraz tepelik olduğu, metro ağının sadece kırmızı hattan  ibaret olduğu, ulaşımın ağırlıklı olarak tramvay ve otobüs ile sağlandığı, şehrin kalesinin ve görkemli sarayının bulunduğu, Tuna Nehri'nin diğer kıyısını keşfediyoruz.

Buda'ya herhangi bir köprüden geçebilirsiniz. Biz bir köprüden geçip diğerinden Peşte'ye geri dönmeyi tercih ettik. Tabiki yürüyerek. İlk durağımız tur otobüsüyle gittiğimiz Gül Baba Türbesi oldu. Margit Köprüsü'nden Buda tarafına geçip, sağ tarafa doğru ilerlediğinizde Török Ut'a ( Türk Caddesi ) gelmiş olacaksınız. Bu caddede bulunan Mescet ( Mescit ) Sokağı'nın yukarısında, bir tepede bulunuyor Gül Baba Türbesi. Bir Bektaşi dervişi olan Gül Baba, Macaristan halkı tarafından sevilip sayılan ender Osmanlı'dan bir tanesiymiş. Rivayete göre, Budapeşte'ye ilk gülü getiren kişi Gül Baba imiş. Türbede Gül Baba'nın sandukası bulunuyor. Güzel bir manzaraya sahip olduğunu söyleyebilirim. Ee, Galatasaraylılar için de ayrı bir yeri bulunuyor Gül Baba'nın. O yüzden görmeden geri dönmek olmaz.

Türbeden sonraki durağımız Buda Kalesi ve Balıkçılar Burcu. Oldukça büyük bir alana kurulu olan kale bölgesinde göreceğiniz ilk ihtişamlı yer Neo Gotik mimari yapısına sahip Matthias Kilisesi. Tadilat yapıldığı için içini görme şansına sahip olamadık ama renkli seramiklerle kaplı olan çatısı bile ihtişamını anlamamız için yeterli oldu. Osmanlı'nın fethinden sonra kısa bir süre cami olarak da kullanılan kilise, Macaristan'ın ikinci büyük kilisesi konumunda. Buda kenti, 13. yüzyıldan itibaren kale ve Matthias Kilisesi çevresinde gelişmeye başlamış. 18. ve 19. yüzyıldan itibaren kent yeniden inşa edilmiş ve eski cazibesine kavuşmuş. Bu bölgeyi yaya olarak çok rahat gezebilirsiniz.
  


Matthias Kilisesi'nin ön tarafında Macaristan'ın ilk taçlı kralı Aziz İstvan'ın 1906 yılında dikilen heykeli bulunuyor. Burada görülmesi gereken yerlerden biri de 1895 yılında inşa edilen Balıkçılar Burcu ya da Tabyası. Adının aksine hiç bir zaman bir savunma yapısı olarak kullanılmamış. Tuna Nehri ve Peşte'nin en güzel fotoğraflarını burada çekebilir ve bu güzel manzaranın tadını çıkarabilirsiniz. Ama her daim kalabalık olacağını da unutmayın sakın.

Balıkçılar Burcu'nda kale bölgesinin içlerine doğru yürüyebilir ve sonunda Buda'nın diğer tarafını görebilirsiniz. Burada biriken yapraklar insana sonbahar mevsiminin tadını çıkarma fırsatı veriyor. Matthias Kilisesi'nin önündeki Kutsal Teslis Meydanı'nda Veba Anıtı'nı göreceksiniz. Bu bölge civarında Lordlar Sokağı ve Mecdelli Meryem Kilisesi de görülecek diğer yerlerden. Ayrıca Veba Anıtı'nın biraz ilerisinde, sağ tarafta Miro Cafe'de mola verebilir, ilginç iç dekorunun tadını çıkarabilirsiniz. Tarihi binaların içerisinde kalan modern Hilton Oteli de burada bulunuyor.
Ve Buda'nın en görkemli binası: Kraliyet Sarayı ( Royal Palace ). 13. yüzyılda inşa edilen saray, pek çok tahribat geçirmiş ve   İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra  şimdiki Neo klasik tarzda inşa edilmiş. Buda'nın simgesi olan Kraliyet Sarayı'nın kubbesi, her yerden rahatlıkla görülebilmektedir. Sarayın olduğu bölgede Matthias Çeşmesi ve Macar Ulusal Galerisi bulunuyor. 1904 yılında inşa edilen Matthias Çeşmesi, Kral Matthias ile sevgilisi İlonka'yı canlandırıyor. Macar Ulusal Galerisi'nde Macar tarihini anlatan sanat eserleri sergileniyor. Koleksiyon'un çok geniş olduğunu  belirtmeliyim.  

Buda'nın önemli ve görülesi yerlerinden birisi de Elizabeth Köprüsü'nün hemen karşısında bulunan Gellert Tepesi. Yaklaşık 140 metre yüksekliğe sahip olan Gellert Tepesi, muhteşem bir Budapeşte manzarasına sahip. Bu tepeyle ilgili pek çok rivayet ve batıl inanç bulunuyor. Hristiyanlığı istemeyenlerin Piskopos Gellert'i bir fıçıya koyup tepeden aşağıya yuvarlayarak öldürdüğü ve sonrasında bu tepenin adının Gellert Tepesi olmasına neden olmuş. Tepeye arabayla çıkabileceğiniz gibi  otobüsle de ulaşabilirsiniz. Burada elinde haçıyla kenti kutsayan Piskopos Gellert'in Anıtı'nı göreceksiniz. Ayrıca iç kale, gözlem terasları ve Özgürlük Anıtı diğer görmeniz gereken yerlerden. Özgürlük Anıtı'nın ortasında bir defne dalını havaya kaldırmış olan kadın figürü bulunuyor. Tepenin hemen aşağısında, Özgürlük Köprüsü'nün tam karşısında bulunan Gellert Oteli ve kaplıcaları ile yanıbaşındaki Teknoloji Üniversitesi görülebilecek diğer yerler arasında sayılabilir.

Son olarak gecikmeli kalkan uçağımızdan dolayı yaşadığımız memnuniyetsizliği gidermek amacıyla tur şirketimizin ücretsiz düzenlediği yöresel Çigan Gecesi için Borkatakomba adlı mekana gittik. Hem restaurant hem de şarap mahzeni olan mekanda yöresel şarapları tatma ve Macarların meşhur yemeği Gulaş'ı yeme fırsatı bulduk. Gulaş, bizdeki Tas Kebabı'nın oldukça sulu ve baharatlı hali olarak düşünülebilir. Ama kesinlikle bizim yemeğimiz daha lezzetli ve görsel olarak daha çekici.  Yine de merak edenler deneyebilir.

Budapeşte'de dolu dolu 2 gün geçirme fırsatı bulduk. Planladığımız çoğu şeyi yapsak da eksik kalan şeylerin olduğunu da biliyoruz. Hem gecesi hem gündüzü ayrı bir güzelliğe sahip Budapeşte, kesinlikle görülmeli diyebileceğim bir yer. Özellikle ulaşım problemi yaşamadan rahatça keşfedilebilecek olan şehir, buradan sonra göreceğimiz diğer Orta Avrupa şehirlerini daha ilgi çekici hale getirdi açıkçası. Her şehrin kendine has bir büyüsü var mıdır bilmiyorum ama Budapeşte'nin sahip olduğu kesin.

Ve ertesi sabah erkenden Viyana'ya doğru yola koyulacağız. Ama öncesinde Slovakya'nın başkenti Bratislava'ya uğruyoruz...

5 Aralık 2010 Pazar

Av Mevsimi


Nihayet İstanbul'da sıcaklık düşmeye başladı ve kış mevsiminde olduğumuzu hatırlar olduk. Günlerden pazar ve hava da soğuk olunca yapılacak aktivitelerden birisi sinemaya gitmek oluyor. Biz de bu pazar sabahını böyle değerlendirelim dedik ve tercihimizi 3 Aralık'ta gösterime giren Av Mevsimi filminden yana kullandık.

Filme gitmeden önce hakkında hiç bir şey okumadım. Sadece Şener ŞEN'i, Çetin TEKİNDOR'u ve Cem YILMAZ'ı bir arada seyretme fırsatını değerlendirmek istedim. Sonuçta onların olduğu bir film ne kadar başarısız olabilirdi ki. Yönetmenliğini ve senaristliğini Yavuz TURGUL'un yaptığı filmde usta oyuncuların ve Cem Yılmaz'ın yanı sıra Okan YALABIK, Melisa SÖZEN, Rıza KOCAOĞLU ve Mahir İPEK gibi oyuncular da bulunuyor. Filmin görüntü yönetmenliğini ise Uğur İÇBAK yapmış. 2,5 saate yakın süren filmin konusu ise aslından oldukça basit: Genç bir kızın cinayete kurban gitmesini araştıran üç polisin bu süreç içerisinde değişen hayatlarının ve cinayetin hikayesi.

Film, biraz dram biraz gerilim biraz da polisiye türden olmuş. Konusu ve dolayısıyla kurgusu  zayıf olan film malesef beni ne heyecanlandırdı ne de ben de merak uyandırdı. Filmin gidişatından filmin sonunu tahmin etmenin bu kadar kolay olması ve çok aleni olan  mantık hataları en büyük hayal kırıklıklarımdan biriydi filmdeki. Aslında filmin vermek istediği etkinin bu olmadığını da varsayabiliriz. Ama böyle usta bir yönetmenden beklenmedik derecede vasat bir film çıkmış ortaya. Oyunculukların hiç birine sözüm yok. Şener Şen oldukça sade oynamış, kendinden bir şeyler katmamış rolüne. Filmde yaratılan tek karakter olan İdris'i oynayan Cem Yılmaz biraz daha ön planda kalmış. Ama yine de hiç bir oyunculuk Çetin Tekindor'un oyunculuğunu gölgeleyememiş. Tek kelimeyle muhteşem olduğunu belirtmeliyim.

Filmde pek çok şey yarım kalmış hissi veriyor insana. Hani bu kadar uzun bir filmde bu yarım kalmalar üzücü. Bazı sahneler olmasa da olur dedirten türden. Genel olarak durağan ve sakin geçen bir film. Ama arada bazı sahneler var ki yine de sıkılmadan izlettiriyor filmi. Özellikle Cem Yılmaz'ın " Hayde Hayde " türküsünü söylediği sahne ve tek başına barda içerken prova yapan grubun söylediği şarkıda yüzünün ve bakışlarının aldığı ifade böyle bir filmde bile bizi güldürmeye yetiyor. Görüntü yönetmeninin oldukça başarılı olduğunu da söyleyebilirim.

Av Mevsimi başladı ve bitti. Beklentilerin yüksek olduğu ama ben de hayal kırıklığı yaratan bir film olmuş. Yine de ve her şeye rağmen gidilir mi derseniz gidilir diyebilirim. Sonuçta sizin beklentileriniz ve görecekleriniz belki de Yavuz Turgul'un anlatmak istediklerinin ta kendisidir.

Daha başarılı Yavuz Turgul filmleri görmek dileğiyle...