20 Haziran 2010 Pazar

Kısa Bir Doğu Karadeniz Gezisi

Bu sene tatilimizin bir kısmını Doğu Karadeniz'e ayırdık. Bir taşla iki kuş vurduk diyebilirim aslında. Hem ailemizi görmüş hem de biraz Trabzon - Rize dolaylarını gezme fırsatı bulmuş olduk eşimle. Karadeniz için bu dönemde bu sıcaklar artık normal olmaya başlamış olsa da arada bir gerçek yüzünü de göstermedi değil hani.


Sabah erken saatlerde Giresun'dan başlayan gezimizde ilk mola sabah kahvaltısı için Sürmene'de yol kenarında bulunan Serender Restauranet & Cafe'de oldu. Kahvaltıdan sonra ilk hedef Ayder Yaylası. Namını çok duymuştum ama gitmek kısmet olmamıştı Ayder'e. Karadeniz Sahil Yolu'ndan Rize'ye bağlı Ardeşen Kavşağı'na sonra da Fırtına Vadisi boyunca devam ederek  Çamlıhemşin üzerinden Kaçkar Dağları Milli Parkı'na ulaşıyorsunuz. 57 km uzunluğundaki Fırtına Deresi'nin kano ve rafting için elverişli bir parkura sahip olduğunu da belirtmeliyim. Artık bu noktadan itibaren Ayder Yaylası'na doğru tırmanmaya başlamış oluyoruz. Milli Park'a giriş ücretli ama sadece araç için ödeme yapılması yeterli. Bir süre sonra yol boyunca sağlı sollu konumlanmış olan pansiyon ve otelleri gördüğümüzde doğru yere geldiğimizi anladık.

O gün hem şanslı olduğumuzu düşündük hem de şanssız. Çünkü Ayder'de festival kutlamaları vardı ve her yer çok kalabalıktı. Arabamızı park etmek de bile oldukça zorlandık. Buraya geldiğimizde ilk yaptığımız şey akşam konaklamak için bir pansiyon ya da otel ayarlamak oldu. Bir kaç yere baktıktan sonra tercihimiz yol üzerinde bulunan Koru Otel oldu. Odaları yeterli büyüklükte ve temizdi. Hatta odamız da ufak bir balkon bile bulunuyordu. Oda + kahvaltı, kişi başı 40,-TL ödedik. Bu tarihlerde oradaki ortalama fiyatlar bu şekilde. Ama biraz daha butik otel tarzı bir yerde konaklamak isterseniz fiyatlar 70 - 80 TL'na kadar çıkabiliyor. Otelimizin dışı gibi içi de ahşaptı. Zaten orada hemen hemen tüm konaklama yerleri ahşaptan.

Otele yerleştikten sonra hem biraz kalabalıktan uzaklaşmak hem de esas yaylalara gitmek için daha yukarılara doğru yola koyulduk. Yolun büyük bir kısmı bozuk ama sahip olduğu manzara bunu unutturuyor insana. Yol boyunca bizimle birlikte giden dereden gelen sesler de alıp götürüyor insanı oralardan. Kaçkar dağları karşımızda ve biz ona doğru ilerliyoruz. Zirvede çok fazla kar var. Hatta yol boyunca tepeden dereye doğru akmış kocaman kar yığınını görmek de heyecan verici oldu. Akarsuyla birlikte kar yığını bir nevi tünel vazifesi görmüş. Arabayla belli bir yere kadar gidebiliyorsunuz. Ondan sonrası için yürümek ve tırmanmak gerekiyor. Hani asıl yayla nerde derseniz işte orada, yukarıda...

Ayder'in merkezi beni biraz hayal kırıklığına uğrattı açıkçası. Bu kadar dolu ve kalabalık olmasını beklemiyordum. İşte bilinir olmanın dezavantajlarından biri de bu. Pek çok insanla paylaşmak zorunda kalıyorsun buraları. Hele bir de bizim gibi festival zamanına rastlamışsanız yapacak bir şey kalmıyor. Biz etkinliklerin ve çalınan tulumların tadını çıkartmayı denedik. Uçurtma uçuranlar, sahnede gösteri yapanlar, yeşilliklere oturup elinde şemsiyesi ile güneşten korunanlar, çadırını kuranlar, Doğuş Çay'ın otobüsünde çay keyfi yapanlar ve aşağı yukarı koşturup duranlar ve ertesi gün yapılacak " Boğa Güreşi " için hazırlık yapanlarla dolup taşmıştı Ayder.


Ayder'e kadar gidip de Termal Kaplıca'ya gitmemek olmaz. Suyun sıcaklığı yaklaşık 70 derece iken bu sıcaklık insanların daha rahat girebilmesi için 50 dereceye kadar düşürülmüş. 10 dakika arayla girilmesinin tavsiye edildiği kaplıcada 1 saatten fazla kalmak pek mümkün değil. Kaplıcadan çıkınca karşılşatığımız yoğun sis bile hararetimizi almaya yetmedi. Festival nedeniyle yemek için yer bulmakta zorlandık ve açıkçası yemeklerden çok da memnun kalmadık. Ama yine de oraların kokusunu duyup, dumanını ve doğasını yaşadığımız için şanslı sayıyoruz kendimizi.


Sabah erkenden yola koyulduk ve hedefimiz Zilkale köyü idi. Zilkale, Çamlıhemşin'e bağlı bir köy. Ama bu köyün en önemli özelliği, Cenevizliler döneminden kalan, gözetleme kulesi ve burçlardan oluşan bir kale olan Zilkale. Fırtına Vadisi'ni kuşbakışı gören kalenin içerisine çalışma yapıldığı için giremedik. Özellikle ara ara bozuk olan yolları bizi biraz sarsmış olsa da görülmeye değer bir yer olduğunu belirtmeliyim. Zilkale'den sonrasında Çat Köprüsü'nü ve Kale-i Bala'yı görebilmeniz mümkün. Aslında tüm Fırtına Vadisi boyunca pek çok tarihi taş köprü görebilirsiniz.

Zilkale'den sonra yolculuğumuzdaki ilk durak Rize şehir merkezi oldu. Rize, Karadeniz sahili boyunca oldukça uzun bir kıyı şeridine kurulmuş. Coğrafi yapısı izin vermediği için sahil şeridi doldurularak şehir büyütülmüş. Bu durumu en net şekilde kalesine çıkarak görebilirsiniz. Rize Kalesi çok büyük bir kale değil ama şehri kuşbakışı görmek için en ideal yer diyebilirim. Kaleye alternatif ise tam karşısında bulunan Ziraat Çay Bahçesi. Kaleye göre daha büyük bir alana sahip olan bu çay bahçesinde Çaykur'un satış mağazası da bulunuyor. Buradan Rize dışında satılmayan çaylardan satın alabilirsiniz. Çay ile pek aram olmasa da burada geçirdiğim zaman süresince çok sık çay içme şansım oldu. Açıkçası çay memleketinde çay içmemek olmazdı.

Rize'de çay toplama zamanının sonlarına rastladık. 70 - 80 yaşındaki nineleri sırtlarında çay çuvallarıyla görmek düşündürmedi değil hani. Toplanan çayların olduğu gibi, kota dahilinde  ve  daha ağır çektiği için özellikle yağmur sonrası Çaykur'a verildiğini öğrendik. Çaykur'a veremeyenler tıpkı fındık gibi ellerindeki çayı çok ucuz fiyata tüccara vermek durumunda kalıyor.

Öğlen yemek saati ve biz tercihimizi Rize'ye 15 km uzaklıkta bulunan Çayeli'nde kuru fasulye yemekten yana kullandık. Aslında amacımız Hüsrev Lokantası'nda yemekti ama ahçısının Lale Lokantası'na ( http://www.lalelokantasi.com/ ) geçtiğini öğrendik. Lale Lokantası, 1973'ten beri insanların damak tadı olmaya devam ediyormuş. Kuru fasulye oldukça lezizdi. Hani 15 km yol gittiğimize değdi. Artık İstanbul'da gideceğiz Hüsrev Lokantası'na.
 


Rize'den sonra istikamet, Trabzon'un Of ilçesine bağlı Uzungöl. Çaykara'ya 19 km uzaklıkta bulunan ve adını kıyısında bulunduğu gölden alan Uzungöl, yamaçlardan düşen kayaların Haldizen deresinin önünü kapatmasıyla oluşmuş. Gölün etrafı ladin ve karaçam ormanlarıyla çevrili. Geniş bir vadinin tam ortasına konumlanmış. Hemen yanıbaşındaki cami ile birlikte biliyoruz Uzungöl'ü. Yaklaşık 10 sene önce gittiğimde sadece köy halkının evleri varken şu anda pek çok pansiyon, otel ve yemek tesisi bulunuyor. Uzungöl'ün en güzel tarafı her daim gökyüzünün bulutlu olması ve etrafı saran ormanlardan dolayı gölün renginin yeşil olması. Göle biraz daha yukarıdan bakmak isterseniz caminin önündeki yoldan tırmanmanız yeterli olacaktır. Hani o fotoğraflarda gördüğümüz manzarayı bir nebze de olsa kendi gözünüzle görmek daha heyecan verici olabilir. Göl etrafında hala çalışmalar devam ediyor. Bu nedenle biraz toz toprak solumak mümkün. Ayrıca gölden kaynaklanan nem de insanı bunaltmıyor değil.


Planımız Uzungöl'de konaklamaktı ama sonra bundan vazgeçtik ve Giresun'a dönmek üzere yola koyulduk. Akşam yemeği molasını Akçaabat'ta köfte yemek için verdik. Akçaabat'ta yol boyunca pek çok köfte salonu görebilirsiniz. Hepsi birbirinden lezzetli olsa da bizim tercihimiz Körfez Restaurant'tan yana oldu. Her ne kadar 200 metre ötemizde Başbakan konuşma yapıyor olsa da köftelerimiz oldukça lezizdi. Akçaabat'ta köfte servisi porsiyon olarak değil kilo işi yapılıyor. Üstüne yediğimiz Laz Böreği tatlısı da günün son lezzeti oldu bizim için.

Ve son şehrimiz Giresun. Giresun'lu olduğum için memleketimin doğası, yemekleri ve görüntüsü benim için diğer illerden daha güzel. Şehri ikiye bölen, ters çevrilmiş kaşık görünümüne sahip kalesi, alabildiğine uzanan ve hala keşfedilmemiş yaylaları, meşhur ve leziz pideleri, bu sene az olacağı belli olan fındığı ve geç keşfettiğimiz ama sütlü kadayıflarıyla kalbimizi fetheden Patar Tel Kadayıf (  http://www.mustafapatar.com/ )memleketimi daha da ön plana çıkarıyor benim için.

Doğu Karadeniz Bölgesi'nde o kadar çok yer var  ki görülmesi gereken. Burada paylaştıklarım çok ufak bir kısmı. Yemyeşil doğası, her yerden akan soğuk suları, orada yaşayan insanları, şarkıları - türküleri, her birinin ayrı hikayeleri ve daha bize göstereceği - yaşatacağı güzellikleriyle görülesi, duyulası ve yaşanası, hani bir değil bir kaç kere gidilesi bir yer Doğu Karadeniz.

Bu güzelliklere tanık olabilmeniz ve onları yaşayabilmeniz dileğiyle...

1 yorum:

Yusuf BAYALAN dedi ki...

Küçük bir düzeltme: Uzungöl, Of ilçesine değil Çaykara ilçesine bağlıdır. Muhabbetle.