20 Nisan 2010 Salı

Festivalin Son Filmleri

Ne zaman başladı ve ne zaman bitti 29. Uluslararası Film Festivali anlamadık açıkçası. Tadı damağımızda kaldı desek yeridir. Mümkün olduğunca çok film seyretmeye çalıştık ve fena sayılmayız bu konuda. Ama gerçekten de çok başarılı ve etkileyici filmleri seyretme şansı bulduk eşimle.


İşte bu filmlerden beş tanesinden bahsetmek istiyorum. İlki Güney Kore - Fransa yapımı    " Yepyeni Bir Hayat " ( Une Vie Toute Neuve ) isimli film. Babasına oldukça düşkün olan 9 yaşındaki kız çocuğu Jin-hee, babası tarafından veda bile edilmeden bir yetimhaneye bırakılır. Buraya alışmayı ve burada yaşamayı başlangıçta reddetse de zamanla buraya alışır, yeni arkadaşlar edinir. Dünya'nın her yerinden aileler bu yetimhaneye gelip evlat edinmektedir. Diğerleri gibi Jin-hee'nin de kaderi böyle olacaktır ve onun yolculuğu Fransa'da son bulmuştur.

9 yaşındaki bir kız çocuğunun terkedildiğini anladığı an verdiği bildik tepkilerin dışında bu kız çocuğunun yaptıkları, düşündükleri ve söyledikleri gerçekten çok etkileyiciydi. Küçük kız çocuğuna hayat veren minik oyuncunun performansı taktire şayandı. Filmden hiç kopmadan, tek solukta izlediğimiz bu film umarım ülkemizde gösterime girer. Filmin yönetmeni Koreli Ounıe Lecomte'nin de çocukken evlat edinilerek Fransa'ya götürüldüğünü de belirtmeliyim. Filmde yönetmenin hayatından esintileri de görmüş oluyoruz böylece. Yepyeni Bir Hayat, dünyada pek çok ödüle layık görülmüş. Hepsini hakettiğini düşünüyorum.


" Islık Çalmak İstersem, Çalarım " ( Eu Cand Vreau Sa Fluier, Fluier ), bir Romanya - İsveç ortak yapımı film. Islahevinden çıkmasına 7 - 8 gün kalan Silviu'nun bu son günleri çocuğu gibi yetiştirdiği kardeşini İtalya'ya götürmek için geri dönen annesinin gelmesiyle epeyce uzamıştır. Annesiyle yüzleşmesinin ardından aldığı kritik karar her şeyi bir anda değiştiriyor. Aşık olduğu görevliyi rehin alarak kardeşinin orada kalmasını sağlamaya çalışan Sİlviu için zaman giderek daralıyor. Oldukça sürükleyici ve etkileyici bir başrol oyunculuğu. Henüz lise öğrencisi olmasına rağmen çok başarılı bir performans gösteriyor. Yönetmen Florin Şerban'ın ilk filmi olmasına rağmen ödüllere sahip bir film olması en dikkat çekici özelliklerinden bir tanesi.


İsveç'li yazar Stieg Larsson'un " Milenyum Üçlemesi " isimli kitabı tüm dünyada satış rekoru kırmıştı. Yazar 2004 yılında öldüğü için malesef bunu göremedi. Bu üçlemenin Türkçe'ye çevrilen ilk kitabı " Ejderha Dövmeli Kız " ( Man Som Hatar Kavinnor )sinemaya uyarlanmış ve İskandinavya'da izlenme rekoru kırmış. Festival kapsamında seyretme şansı bulduğumuz film tek kelimeyle muhteşem. Film, hapishaneye girmek üzere olan gazeteci ile ona yardımcı olan asosyal, uyumsuz ve dövmeli hacker kızın yıllar önce ortadan kaybolan bir kızın izini sürmelerini, bu sırada ortaya çıkardıkları bir dizi cinayeti ve sonrasında değişen hayatlarını anlatıyor.

Filmde bazı sahneler insanı rahatsız etse de bazı duyguları ve tepkileri anlamamıza yardımcı oluyor. Oyunculuklar çok başarılı. Hikayenin akışı ve sürükleyiciliği harika. 150 dakikalık filmi bir an bile gözünüzü kırpmadan izleyebilirsiniz. Sinemalarda gösterime girerse gişe rekorları kıracağına eminim.


Anlat Şehrazat " ( Ehky Ya Schahrazad ); Mısır yapımı olan film ülkesinde gişe rekorları kırmış ve izleyicilerin favorosi olmayı başarmış. Aldığı ödüller bu başarısının gerçekliğini göstermeye yetiyor açıkçası. Anlat Şehrazat, oldukça cesur ve tartışma yaratacak türden bir film olmuş. Mısır erkeğini, medyanın gücünü ve Mısır toplumundaki yozlaşmayı irdeleyen bir film.

Politik konularda şov programı yapan Hebba, kocasının baskısı ile toplumsal konulara eğilir ve kadın programları yapmaya başlar. Karşılaştığı kadınlar ve onların hikayeleri gerçekten de çok ilginç ve üzücü. Toplumda baskı gören, hor görülen ve aşağılanan kadınların buna karşı çıktıklarında yaşadıkları şeylerin insanı etkilememsi mümkün değil. Trajikomik olan ise Hebba'nın da aslında bu kadınlardan biri olduğunu öğrenmesi. Filmdeki tüm oyunculuklar gerçekten de müthiş. Özellikle de toplumsal bir gerçeği başarılı bir şekilde irdelemesi filmi daha da izlenir bir hale getirmiş.


Ve bizim için festivalin son filmi; " Hücre 211 " ( Celda 211 ). İspanya - Fransa ortak yapımı film 2010 Goya " En İyi Film " ödülü başta olmak üzere toplam 8 dalda ödül aldı. Festivalin en iddialı ve iyi filmlerinden biri bence. Konusuna gelince; Hapishanede gardiyan olarak göreve başlayacak olan Juan Oliver, hapishaneyi tanımak için bir gün önce işe gelir. Hapishanedeki gezi sırasında kafasına düşen beton parçası yüzünden bayılır ve 211 nolu hücreye götürülür. O sırada çıkan ayaklanma nedeniyle orada mahsur kalan Juan, kendine geldiğinde artık mahkumların arasındadır ve hayatta kalmak için o da artık bir mahkum olmak zorundadır.  Gerilim ve şiddet film boyunca maksimum seviyede tutulmuş. Genel olarak kendinizi o hapishanede hissetmemeniz mümkün değil. Verdiği siyasi ve insan hakları ile ilgili mesajlar kesinlikle yerli yerinde ve etkili bir şekilde kullanılmış. Yine nefeslerin tutularak izleneceği bir film çıkmış ortaya.

Birbirinden farklı beş ayrı film. Hepsinin ortak özelliği başarılı oyunculukları ve akıcı hikayeleri. Herkesin muhakkak görmesi gerektiğini düşündüğüm filmler. Artık Hollywood filmlerinden iyice uzaklaşıyoruz eşimle. Umarım festivalde gösterilen bu ve benzeri diğer fimlerin hepsi ülkemizde gösterime girer. Şanslı kişiler sadece festivale bilet alabilen belli sayıdaki insanlar olmasın.

Seyretme şansı bulabilmeniz dileğiyle...


Hiç yorum yok: